Her gecenin bir sabahı var elbet, tepemde yeni doğan günün hüzünlü bulutları, tüm kalabalığımdan uzak, tanımadığım bir duvara yaslandım, bir başıma, yarına bakıyorum. Herşey, ne kadar ”bir varmış-bir yokmuş’’a dönmüş, sessiz ve bol acılı bir İstanbul sabahı… Benim güzel ülkem yasta, ocaklarda ateş, herkes yine haklı ama ölüm uzun, yaşamsa hiç olmamış gibi… Başladık yine birbirimizi yemeye, neden yediğimizi aslında bilmeden, düşünmeden, öfkeye yenik düşüp, mağlup olmayı seçiyoruz bir kez daha, bu günlerde… Terörü, hayatın her alanında yaratan bizlerken, kim haklı-kim haksız davasına, insanlığımız ölüyor, farkında bile değiliz.
Herkes, fikrini özgürce dile getirmek isterken, karşısındakini dinlemediğinin ve karşısındakinin de aynı özgürlüğe sahip olduğunun, farkında bile değil. Son bir haftadır, terör dolayısıyla kaybettiğimiz şehitlerimizin acısını, birbirimizden çıkararak, hepimizin içindeki birbirimizi öldürme isteğinin, ne kadar yüksek dozda seyrettiğini görmek, dehşet verici! Laf olsun diye, herşeyi eleştirir hale ne zaman geldiysek, bir an önce oralardan çıkmamızı diliyorum.
Toplumsal acılar karşısında, hepimizin, birbirimize kenetlenme, sağduyu ve barıştan yana olmamız gerektiğini, durmadan duyuruyor olmamıza rağmen, anında harekete geçmeye hazır, tetikte duran şeytanlarımıza çok çabuk yenilip, ortalığı yakıp yıkma ve birbirimize laf sokma peşindeyiz ısrarla. Üstelik, bunu en yakından tanıdıklarımıza bile yapmaya başladık niyeyse… Herkesin acıyı yaşama şekli farklıdır. Acı çekmek, iki gün ekran karartarak, dokunaklı videolar paylaşarak, ona buna ‘’ne kadar duyarsızsın’’ diye sataşarak olmuyor maalesef. Acı çekmek, çektiğin acıya yakışır bir hayat sürerek, acılarından ders alarak, gelecek nesiller için faydalı işler yapmaya çalışarak olur diye düşünüyorum. Birbirimizi, sosyal medya hesaplarımızdan yaptığımız paylaşımlar üzerinden eleştirmekle vakit harcayacağımıza, acının içinden umut yeşertmek için savaşmayı denesek, zamanı daha doğru kullanmış oluruz gibime geliyor. Her okuduğumuz saptırılmış, provokasyona açık habere inanıp, gaza gelmekte Dünya markası olmaya uğraşıp, sonra da sağduyudan bahsetmenin, hiçbirimize faydası yok, ne yazık ki…
Geçen gün Facebook sayfama ‘’ İnsan, insanı öldürmemeli’’ diye, bence gayet net, evrensel bir cümle yazdım. Tabii ki altına yorum yazılabilir, ancak buna bile, ”yok efendim bilmemkimin insanlığı mı var?” gibi yorumlar gelmeye başladı. Önce okuduğumuzu anlasak keşke, senin dediğin de doğru, insan öldürenin elbette insanlığından bahsedilmez, ben de aynı şeyi düşünüyorum ve alt metinimde gizli ya zaten. Aynı şeyi düşünürken bile, sanki farklı düşünüyormuşuz inancına sahip olmak, artık bizde refleks haline gelmeye başlamış, işte asıl acı olan da bu. Üstelik, farklı düşüncelere sahip olmamız kadar doğal bir şey de yok ama herkes kendi düşüncesini başkasına aktarmaya çalışmak yerine, zorla kabul ettirmek ister halde, niyeyse.?! Aslında bu da başka bir terör, haberimiz yok.
Sosyal medya denen şeyi, anlık paylaşımlar olmaktan ziyade, gerçek hayat zannedenler, sokakta birbirlerinin yüzüne bakamayacak hale vardırılan tartışmalara girmekteler. Vay efendim bunca acı varken millet lay lay lom peşindeymiş, hem de bilmem nerede.. Kardeşim, o arkadaş belki orada yaşıyor, o da mı suç? Bir laf vardır ‘’Hiçbir şey göründüğü gibi değildir’’ diye.. Kimsenin, nerede, ne sıkıntılarla boğuştuğunu bilmemize imkan yokken, paylaştığı şarkıya, fotoğrafa, bir günaydınına laf etmek, bence terörün en büyüğüdür. Sizin günaydın yasağınızın müddeti nedir ayrıca? Ona göre mi hareket edeceğiz kendi kişisel sayfalarımızda?? Sen evinde ışıkları kapattın, gaz lambasıyla mı oturuyorsun? Yas tutmanın yöntemi, birileri gibi, ülkede bir olay olduğunda, suya sabuna dokunmadan, olaylar yatışıncaya dek, hiç bir tweet atmamaktan mı geçiyor? Yapmayın, lütfen ”Kim daha çok acı çekiyor” u da yarıştırmayalım artık, görsel ve fevri bakış açılarımızla…
TÜME VARDIK GÜME GİTMEYELİM!
Böyle zor zamanlarda, elbette umut tacirliği yapmak değil amacım ama hep inandığım bir şey varsa, o da; ACI ACIYI, UMUT DA UMUDU BESLER! Yaşadığımız haksızlıklarla, her gün negatifte kalıp, ”lanet olsun” diyerek ya da hakettiğimiz geleceği, umudumuzu kaybetmeden düşleyip, kalpten bir ‘’günaydın’’ diyerek, başaçıkabiliriz. Herkes istediği yöntemi seçmekte özgür, yeter ki artık birbirimizi, incir çekirdeğini doldurmayacak kelimeler yüzünden eleştirmeyelim. Sürekli ”açık arama” peşinde olmayalım. Şahsen insana yakışanın, herzaman umut olduğunu düşünmekteyim. Ancak öyle yaşama tutunur, en kör karanlıklardan bile çıkabilme gücünü bulur ve bizlere yakışan, barış ve sağduyu çağrısının, hakkını verebilmiş oluruz.
Geçen gün, Fransız aktör Gerard Depardieu’nun gazetede çıkan ‘’Bu ülkeden gitmek istiyorum’’ başlıklı haberini görüp, ve ne yazık ki içeriğini okumadan, her gördükleri sakallıyı dedeleri zanneder üslupta, saçma sapan yorumlar yazan arkadaşlar, bence içimizdeki teröre en güzel örnekler. Adam kendi ülkesinden sıkılmışlığından bahsediyor ama biz ondan daha Fransızız haberin içeriğine… ‘’Birine mi benzettiler acaba?” dedim önce, sonra baktım ki kimseye benzetmekle harcanacak vakit yok bizde, direkt yorum yazılmalı, devir o devir… ”Düşünme, sorgulama, neden, nasıl demeden, bilmeden, direkt saldır’’ diye bir eğitim mi veriliyor biryerlerde acaba? Bu, tiyatro sahnesinde oynansa, trajikomik gözükecek olan olay, çok ciddi bir tehlikeyle karşı karşıya olduğumuzu gözler önüne seriyor. Farkındalıksız olmada depar atıyoruz sanki. Gerard ‘’depar’’ diyo’, yürü be kim tutar seni!!! Anında sorgusuz asker olmaya hazırız, vay halimize! Faşizmden şikayetçiyken, faşizm sokakta cirit atmakta. Hiç düşünmeyelim ama hep gaza gelelim, bravo bize! Birileri Hdp binası yaksın, öbürü Hürriyet’e saldırsın, diğeri kırk yıllık arkadaşına sosyal medyasından laf soksun, herkes herkesi faşist, duyarsız, o, bu, şu ilan etsin… Hepimiz, bir ucundan, aynı cehalet içinde kıvaranmakta ve istenilen senaryoya alet olmaktayız, farkında mıyız?
İnsan, yaşadığı olaylara gösterdiği tepkilerle duruşunu gösterir. Etkiye gösterilen, refleksten hallice, düşünülmemiş tepkilerle, kınadığın şeyi başkasına yapmış olursun, ruhun bile duymaz. Farkettiğinde, hükümetler değişmiş, insanlar ölmüş, dostların da yok olmuş olur. Duruşun, her nerde yaşıyor olursan ol, gerçekten barıştan yanaysa, kafanın içindekini biraz daha çalıştırmak zorundasın ki farkındalık ve sağduyu sahibi olup, açılan yaraları yeni yaralarla sarmak zorunda kalmayasın…
Tüme vardık zannederken, güme gitmeyelim. Unutmayalım ki, şu içinden geçmekte olduğumuz zor zamanlardaki duruşumuz, geleceğimizi şekillendirecek. İçine düşmemizin çok kolay olduğu tuzakların hepimizde yarattığı travma, gelecek kuşaklara da bir güzel aktarılacak bu gidişle…
Ben, ısrarla yeni doğan güne, hayata, sanata, aşka, umuda ve varoluşumuza inanıyorum. Hepimize sonsuz muhakeme yeteneği diliyorum. Yalnızca ülkemiz değil, tüm Dünya barış içinde dönsün, birbirimize gösteremediğimiz sabrın bin katını da Allah, anasız, babasız, evlatsız kalan şehit yakınlarına versin… Bu yazıyı da sosyal medyamda görünen halimden pek uzak bir halde, kimseler bilmeden ama umudum yine kalbimde, bir hastahane odasından yazdım. Hiçbir şey göründüğü gibi değil yine, bir kez daha farkına vardığım için hayata şükranla doluyum ki ; Nefes aldığımız sürece, umut var demektir. Aydınlık sabahlara…
Aşk’a uyanın, gerisi kolay…
MERVE ÇALOĞLU
(Yazıların ve görsellerin tüm hakları saklıdır.)