Dallarını Budamayana Bahar Gelmez

İnsanı yöneten duyguları mı, yoksa zekası mı? Kimisi mantığıyla, kimisi kalbinin sesini dinleyerek yaşamayı seçtiğini söyler, oysa bilim adamları, asıl meselenin, hormonlarımızdan ibaret olduğunu açık açık söylemekteler. İnsanı yöneten, hatırı sayılır 5 kimyasal var, hatta uyku düzenini de işin içine katarsak, Melatonin ile birlikte, 6 kimyasal silah, doğuştan içimizde yaşamaktalar. Asıl meşhur 5’li, şöyle sıralanmaktalar:

Dopamin: Herşeyi yapabilmemiz için bize motivasyon sağlayan, olmazsa olmaz ağabeyimiz. Parmak bile kıpırdamaz yokluğunda…

Serotonin: Mutlulukla ilişkisi çok meşhurdur. Uyku, seksüel enerji, ruh hali, iştah kendisinden sorulur.

Endorfin: Doğal afyon, çok dibe vurmadıkça ihtiyaç duyulmayan, salgılandığında baskılanması gereken, kontrol kaybettirici, hormonların bir nevi uyuşutucu mafyası. Salak bir mutluluk verir, insanı mal eder 🙂

Noradrenalin: Canlandırıcı etkiye sahip, tokatlayıp tehlike halinde ‘’kendine gel, yoksa öleceksin’’ diye gaz veren hormon. Bünyeyi acil harekete hazırlar. ”Ya herro ya Mervo’’ dedirtip, rest de çektirtebilir insana, aman diyeyim.

Adrenalin: Duyu açıcı ağabeyimiz. Yine acil durumlarda, özellikle, korku ve stres anlarında, Nöradrenalin’le işbirliği yaparak, organizmayı arındırır. Arada iyidir, fazlası normal hayattan zevk alamaz hale getirebilir.

Tüm bunları, kimya ya da biyoloji dersi vermek için anlatmıyorum, köşeme bir zeval de gelmedi, merak etmeyin, bilakis hepsinin halen aşkla, hayatla büyük alakası var. Gün geçtikçe duygusuzlaşan halimize ve acımasız bulduğumuz hayata karşı korunabilmek adına ‘’duygusal düşünme, profesyonel ol’’ başlıklı martavallarlara karşı tez geliştirmekten, onur duyuyorum. Bizleri asıl yöneten, duyguları da mantığı da devreye sokup çıkartabilmemizi sağlayan şey, görüldüğü üzere, hormonlarımız.

Varlığı bir dert, yokluğu yara olan bu hormonları aktive edip pasifleştirmek de, çeşitli beslenme alışkanlıkları, ilaçlar ve hareketli ya da durağan yaşam şekilleriyle mümkün. Aslolan, kişinin kendini iyi hissetmesi ya şu hayatta, onu da hormonlar yönetiyor. Yalnız hormonları yöneten ise bizim yaşam şeklimiz, kendimize yaptığımız haksızlıklar ve düşünce sistemimiz. Yani top yine bizde bu noktada, karar verme yetimizi kaybetmediğimiz sürece, onları da yola yordama sokacak gücü içimizde bulabiliyoruz. Bir konuda başarısız hissettiğimizde düşen serotonin seviyesi, mutsuzluğa doğru arkamızdan su dökmeye hazır. Biz, çareyi insanlarda değil, kendimizde aramaya başladığımız anda, ne güzelim hormon yerlerde sürünüyor, ne de biz. Futuristlere göre, ilerleyen yıllarda güçsüz insan diye bir şey kalmayacak, yaşanan olayların etkisinden, dibe vurmadan kurtulacak kadar şen olacak hormon seviyelerimiz. Aşk acısı çekmeyeceğiz yani ilerde, endorfini, yediğin akşam yemeğinde bünyeye dayayacaklar ve ”hop sıradaki gelsin” adlı yeni şarkına yelken açacaksın. Peki güç bu mu? Hiçkimseyi, verdiğin emeğin çöpe atılmasını bile kazıktan saymayıp, önemsemeyecek kadar duyarsızlaşmak mı güçlü olmak? Bu yeni yaşam formülleri, dünyanın teknolojik ve ekonomik anlamda gelişmesine katkı sağlayabilir illa ki ama ben, insanı asıl güçlü kılanın, zayıflıklarıyla başaçıkabilmesi olduğunu da düşünüyorum. Bir hamlede yok olan yaralar yerine, zamanla kapanıp kabuk tutan, sonra da izi kalan yaralardır hayattaki yolculuğunun öğretmeni de, kanıtı da… Asıl gücünü de, o ize bakarak yol almaktan alır ‘’insan” dediğin. Haa ilerde belki adımıza da insan denmeyecek olabilir, orasını bilemiyorum.

HORMON DALI
Geçen haftalarda, kalbimi kırmayı başarmış bir iş arkdaşımla, mecburi bir toplantıda, biraraya gelmek zorunda kaldım. Elbette eskiden birarada olduğumuzda havada uçuşan şen kahkahaların yerinde, sadece soğuk bir iş görüşmesi yelleri esti. Bu durumu ‘’profesyonel değildiniz, çok soğuktunuz” diye eleştirenler oldu, bilakis soğuk değil kırgındım. Kırgın olduğum birine sahte ve şen kahkahalar attıracak hormonlarımı beslememeyi tercih ediyorum. ”Sahtelikten değil, gerçek olandan besleniyor yazdığım şarkılar” demedim, kendini anlatmaya çalıştığın noktada kurduğun ilişkilerde sıkıntı olduğunu görmeye başladığın andasındır, bunu çoktan öğrendim çok şükür. İnsanı robot haline sokmaya çalışan, adını da profesyonellik koyan zihniyetler, sadece kesesini doldurduğuna bakıp, sonra da ardına bakmadan kaçmayı tercih eden korkakların yaratımıymış, basacaksak buna basalım Endorfin efendiyi. Kıymet bilmezliklere, nankörlüklere, insanın emeğiyle, zamanıyla, sevgisiyle oyun oynayan, adını da profesyonellik koyanlara, varsa bir dal serotonin ve adrenalin kokteyl, ben de alırım sayın futuristler ve saygıdeğer bilimadamları.

Karıştı mı kafalar? Karışmasın, hayat çok basit. Günaydın ve iyi geceler arasında günlerimiz, ‘’onu-bunu-şunu nasıl yapacağım?’’ lar bizim yaratımlarımız. Nasıl istiyorsak, öyle yapacağız. Ne dersek, o olacak. Neyi, nasıl düşlüyorsak, öyle de olacak. İçimize doğan, hep gerçek olacak, bugüne kadar olmadı mı? Emin olun oldu, duymazdan geldiyseniz içinizden gelen sesleri, orasını bilemem. Öyleyse, iç sesi duymak için, kulakları açalım, önce kendimize, sonra hayata güvenelim. Arada bir yıkayıp içimizi, varsa tozu, toprağı temizleyelim. İyi hissetmek için, kullanmadığımız, tarihi geçmiş kötü hisleri, asıl sahiplerine iade edelim artık. Unutmayın, dallarını budamayana bahar da gelmiyor. Yeni çağ bilimciler, istedikleri kadar ”duygulara gerek yok” diyedursunlar, aşkı da hormon seviyelerinin dengesizliğine bağlasınlar, isterlerse aşkın ve sevginin geçiciliğini, Nobel ödülleriyle kanıtlasınlar, aşktan ne almamız gerektiğini öğrendiğimiz zaman, elimizdeki hatıra, onu sonsuz kılmaya yetecek. Aşktır bana şarkılar yazdırıp, kendini sonsuz kılan, kendi gitse de, sesi kalan silahımdır aşk! Şimdi hangi alnı kaşınan bana ”duygularınla hareket etme” diyebilir ki? Selam olsun tüm egosu şişiklere, mantıklı davranıyorum zannederken, bitik dopaminiyle etrafı yakıp yıkanlara!

Kendinizi iyi hissetmek için elbette elinizden geleni yapın. İyi beslenin, güneşe gülümseyin, doğaya yakın olun, spor yapın, hormon sevilerinizi dengede tutacak gıdaları araştırın, kahkaha atın, sevdiğiniz şeyleri yapın, yazdıysa doktor antidepresanlar alın, çikolata yiyin… Bulmuşlar adamlar, işe de yarıyor, sağlam kafa sağlam vücudda bulunuyor evet, lakin kalbimizde sevgiye yer yoksa, etrafta hiperaktif çocuklar gibi dolaşan delilerden farkımız da yok.
BENCE ÜÇÜ BİR ARADA GÜZEL :
1.HORMONUNU KOLLA
2.MANTIĞINA SAHİP ÇIK
3.DUYGULARINI KUCAKLA

Hiçbir güç ‘’seni çok özledim’’ diyebilmekten alıkoymasın sizi. Ben yazımı orta yerinde kesip, az evvel, içimde aniden beliren özleme kulak verip, ”çok özledim seni” diye mesaj attım bir arkadaşıma, bu anı da açıklayın sevgili bilimadamları. Bazı sevgilerin ne hormona, ne zaman sınırlamasına ihtiyacı var, tüttü mü burnunda, gerçektir! O da beni özlemiş, al sana serotoninden bağımsız mutluluk! Filmin sonunda, sizinle birlikte tüm kimyasal silahlarınız da yok olacak. Ardımızda kalacak olan, burada izini bırakacağımız sevgimizden öte hormonu bulana da, bir akşam yemeği sözüm olsun madem. Hangi futurist bana hormon bulacakmış şaşarım! 3’ü bir arada dengeleriniz daim olsun ey okur, kendiliğinden serotoninler dilerim…

Aşk’a uyanın, gerisi kolay…

MERVE ÇALOĞLU

[email protected]

[email protected]

(Yazıların ve görsellerin tüm hakları saklıdır.)