Herkesi toplasam, bir sen etmiyor. Ben de dağınık bıraktım… Bir beni toplasan, tamamız bence, gel aslımı gör. Sendeki düşlerin toplamından parlak bir gezegenim, denizim çok, biraz uzaktım, ay ışığına yaklaştım, sesim geliyor mu?
İçimizde yarattığımız senlerden ibaret aşk. Gerçeğiyle örtüşmeyince afallayıp, bize yanlış yaptı diye düşünüyoruz. Adını güvensizlik, adını nankörlük, ihanet, zaman hırsızlığı, kötülük, şerefsizlik koyup, tüm negatif sıfatlardan sıfat beğenmelere doyamıyoruz. Hep o güvendiğimiz dağlara karlar yağıyor, en çok onlar acıtıyor canımızı. Güvenmediklerimizden zaten beklentimiz yok, sanki en iyiler onlar oluveriyor birden. Zaman, güvendiğimiz dağlara yağan karları da eritme zamanı ya da kar montunu giyip uyum sağlamak gerek. Belki de biz fazla büyütüyoruz herkesi gözümüzde. Biz vazgeçilmez, biz sağlam kaya, sağlam dost ilan edip, aslını görmeyi inkâr ediyoruz. Sonra hep “bu dünyanın çivisi çıkık” gerçeği, suratımıza tokat gibi çarpıyor, masalımızdan uyanıveriyoruz. Günaydın uyuyan güzel, güneş hâlâ çok güzel, denizse masmavi. Dur biraz, düşünme herkes adına, sen kendine bak, neredesin, nereden geldin, nereye gidiyorsun?
Geçen yine güzel bir kazık yedim, söylemesi ayıptır. “O bana bunu asla yapmaz” dediğim kıymetliler koleksiyonumdan bir falsolu hareket ve topu yine taca atan ben. Dünyanın sonu mu? Eskiden olsa, belki bin gün kadar karalar bağlardım, şimdiyse çok da önemi yok. İlk anın şokunu attıktan sonra, hayatta kimsenin o kadar da önemli olmadığını, herkesi, herşeyi bırakabilme gibi bir lüksüm olduğunu yeniden hatırlatan hayata teşekkür bile ettim. Belki de bazı insanların da sonuna gelebiliyoruz, zorlamanın, vahvahlanmanın bir alemi yok. Olayın önemi yok, burada mevzuyu anlatmayacağım, sadece üslup ve şekil çirkindi. Savunma kalkanıysa “hayat çok kısa” manifestosundan ibaretti. Bence de hayat, yaşanmış tüm güzellikleri, iki kişi arasındaki bağları bir çırpıda yok etmeye değmeyecek kadar kısa…
Hayat Çok Kısa Hıyarlık Bakî
Siz hayata neresinden “kısa” gözüyle bakıyorsunuz? “Hayat çok kısa, aklıma esen her türlü saçmalığı yapmalıyım” mı, yoksa “hayat çok kısa, kalıcılık, anlık salaklıklar yüzünden insan kaybetmekten daha değerlidir” gibi bir çerçeveden mi? Herkesin doğrusu kendine tabii, dediğim gibi mühim olan üslup, bunu dile getiriş şekli. Tanıdığın, bildiğin, neye, ne kadar değer verdiğini biliyor olduğun insanlara karşı takındığın tavır mühim bence… Sen istediğin kadar değişebilirsin, hepimiz değişiyoruz ama bu değişim karşı tarafa saldırmamızı, kendimizi bu yeni halimizle saldırganca kabul ettirmeye çalışmamızı, terbiyesizleşmemizi, hadsizleşmemizi gerektirmiyor. Lütfen kendi değişimimize önce kendimiz sahip çıkalım, sonra karşı taraf gerekirse, sağlam bağlar, seneler, sıkı dostluklar hatırına, yağdırdığız karları eritmesini de bilir. Alan bırakırsanız, “ben değiştim, sen de aynı yönde değiş” diye diretmezseniz, kendinizi gördüğünüz dev aynasının da, asıl sizi yansıtmadığını unutmazsanız, buyurun dükkan sizin, değişin değişebildiğiniz kadar. O zaman yargılanmaz, itici, kırıcı, ölçüsüz, sevimsiz, hadsiz ve terbiyesiz birine değil, kendi hayatıyla ilgili yeni yaşam şekilleri seçmiş biri olabilirsiniz. O zaman, yeni hayatınızla ilgili kendi ölçünüz de, ölçüsüzlüğünüz de sizi bağlar. Yoksa yemezler, kimse yemez, yalnızlaşır, ıssızlaşır, dostsuzlaşır, yabancı kalabalıklarda eski siz’i arar durursunuz.
Tabii ki çuvaldızı kendime de batırdım. Yine bir dostluğa fazla anlam yüklediğim için şaşırdığımın farkındayım. Belki de hâlâ şaşırıyor olmayı seviyorum, içimdeki çocuğu kaybettirmiyor. Pişman da değilim, az sevemiyorum ben, yavan geliyor temkinli sevmek. Neticede kırılan değil, kıran utansın. Kazık da yeseniz, siz yine de çok sevin sevdiklerinizi, kendini başka şekillerde arayışından, kendi gibi olmayan herkesi reddetmek de bir süreçtir. Karları eritip eritmeyeceğinize zaman karar verecektir. Nefes verir gibi bırakın bakalım olanı biteni, ben öyle yaptım. Buraya kadarki dostluğumuz için hayata teşekkür edip, saldım sonsuza…
Çok şey istiyoruz, o da olsun, bu da olsun… Olsun tabii ama neden? Olursa, sen ne olursun, olmazsa neren eksilir? “Tam mıyım, tamam mıyım, nerem yarım, hangi parçam eksik, beni ne tamamlar?” diye kafa yorsak, ne kimseyi kıracağız, ne kendimizi başka hallerde arayıp bulmak için debeleneceğiz.
Ey okur; Ne istediğini biliyor musun? Bildiğini sandığın şeyleri niye beğenmiyorsun sonradan o zaman? Çünkü neyi, neden istediğini düşünmüyorsun. Anlık heveslerin, geçici yanılsamaların peşinde gökkuşağı aranmaz. Kendine her gün yeni bir dünya kurmak mümkün, korkaklıkla atılan adımlarsa hep çamura saplanacak.
Oysa deniz var. Su çok güzel, gelsene…
Aşk’a uyanın, gerisi kolay…
MERVE ÇALOĞLU
(Yazıların ve görsellerin tüm hakları saklıdır.)