Hepimiz kendimiz olma, kendimizi bulma peşindeyiz, olmalıyız da… Tam bulduk zannederken içimizden çıkan volkanlarla, kendimize yabancılaşabiliyoruz ya da yeniden keşfediyoruz eksik yanlarımızı. Biz bu haldeyken, başka birini tam anlamıyla ne kadar tanıyabiliyoruz? ‘’Ben onu tanıyorum’’ dediğimiz kaç kişi şaşırttı bizi? Kendinizi bile farklı farklı 10 kişiye sorsanız, hepsinden farklı yanıt alabilirken, aslında hangisi sizsiniz?
Bence tanımak değil de anlamaktır asıl mesele. Olaylar karşısında verdiğimiz tepkiler, olayı değil tüm yaşanmışlığımızı ortaya döküyor aslında. Birini anlamak, aynı olay karşısında ‘’ben olsaydım böyle davranırdım’’ diyerek yaklaşmak değil, o kişi olup, onun yaşadıklarını gözlemleyip, ne hissettiğini görebilmekten geçiyor. Empati, tecrübe işi değil, bir gelişmişliktir bu noktada. Öyle bir gelişeceksin ki, gerekirse başa sarıp, geriye gidip, oradan bakacaksın karşı tarafa. Herkes haklı aslında, sadece pencerelerimiz farklı, kendi penceremizden ayrılıp, başkasının camına misafir olabilmeyi başardığımızda ‘’anlamak’’ denen şey yerini buluyor. Yoksa birbirimize bildiğimiz akılları vermekten öteye gidemiyoruz. Kırıyoruz, yok yere kırılıyoruz…
Sanat camiası denen kurgulu düzeneğin içinde, işler görülsün diye kurulan dostlukların, önünde sonunda fos çıktığı bir hal söz konusu. Herkes birbirini suçlar olmuş durumda. Oysa herkes sistemin içinde, kendi işini en iyi şekilde yapmaya çalışıyor. Herkes bulunduğu pozisyonda belirli kurallara göre hareket etmek durumunda. Sadece kendi penceresinden bakanların, işlerinin yeterince desteklenmemesinden yakınıp, karşı tarafı suçlamaları, kendilerine de karşı tarafa da gereksiz zaman kaybı bence. ”Benim yerime bir gün geçirseler, (elinde durmadan mesaj ve çağrı gelen telefonunu gösterip) sadece şu telefona baksalar, ne yaşadığımı anlarlar’’ diyen çok başarılı bir radyocu arkadaşım da haklıydı bu hafta. Bir sanatçı olarak, kendisine, serzenişleri duymaması gerektiğini söylerken, ‘’o” olup, onun camına konabildim. Evet, o da kesinlikle haklıydı. Bir şeyleri elde etmek uğruna etrafı yakıp kül etmek, insan olarak kendi potansiyelimize hakaret. İstediğin sana verilmediği zaman, vermemiş olan kötü insan oluveriyor. Peki ya sen almak için yeterince hazır mısın?
Yıllarca aşk arayıp, bulunca da gerçekliğinden şüphe eder hale bile geldik. Çünkü ona da kendi penceremizden bakıyoruz, benim kurallarım, benim beklentilerim, ”zaten yalnızdım ve idare ediyordum, şimdi niye sıkıntıya girdim’’ ler, peşimizi bırakmıyor ve kendine doğru bir keşif daha başlamış oluyor. Ne istediğini bilmek de meseleyi çözemeyebiliyor bazen, ne istemediğini netleştirmek gerekiyor. ”Olursa olur, olmadı rakı balık’’çıyız artık hepimiz. Yalnızlığa alışmak, özgür yaşam, tek başına varolabilmek, sen istemeden sana sunulabilecek olan güzelliklerin de önünü kesiyor. Birileri de benim için bir şey yapsın derken, alma verme dengesini iyi ayarlayamadığımızda, güç dediğimiz şey, başa bela bile olabiliyor. Bir gün şalter atıp ağladığında, yaslanacak omuz bulamıyorsun, çünkü sen bunu da atlatırsın. Atlatıyorsun da… Konu o da değil, konu belki de oturup konuşmamak ama yan yana durmak… İşte en büyük anlayış modeli. Sizi tanıyanlar, bunu da atlatacağınızı biliyorlar ama o an yanınızda kimse yoksa, sadece tanınıyor ama anlaşılmıyorsunuz demektir. Birbirimizi tanımakla, akıl vermekle kalmayalım, o anki duygusunu kucaklayalım. Hiç kimseye hak vermek zorunda değiliz elbette ama anlamak için çaba sarffettiğimiz zaman, kırılmayacak güzelim kalpler. Kendini de başkasında bulacaksın o zaman, başkası da sende varolacak ve farklılıklarımızdan ahenk doğacak . Ben böyleyim, sen şöylesinleri tavanarasına kaldırmanın vaktidir bence.
KALBİNE SAHİP ÇIK!
Geçenlerde bir yerde okudum ‘’aşk kendini onda aramaktır’’ diye.. Her aşk, seni sana yeniden tanıtıyor, hiç bilmediğin yönlerini keşfediyorsun. ”Ben hiç kıskanmam’’ derken kıskanıp, ”çok huysuzumdur” derken sakinleşebiliyorsun. Her bulduğun renk, aslında yine sana aitken, kucaklamakta zorluk yaşadığında, film kötü sonla bitiveriyor. Fatura da karşı tarafa kesiliyor. ”Beni olduğum gibi kabul etsin” derken, karşı tarafı reddediyoruz. Ya da ”ikimiz de böyleyiz, değişmeyiz’’ deyip, gittiği yere kadar ömür tüketiyoruz. Zaman en kıymetli hazinemiz, ellerimizden kayıp gidiyor yıllar.
Kızmayalım da çok fazla, olmuyorsa olmuyor, suçlamayalım birbirimizi. Elinden geleni yaptıysan, hayat da seni anlayıp, camının önüne konuveriyor başka hallerde. İnanmaya, sevmeye, yol almaya devam. Yolculuğun, sana ‘’tamam” da diyor zaten, vakti gelince. İşimize, arkadaşlıklarımıza, sevgililerimize, sevdiğimiz ne varsa herşeye emek verip, sahip çıkınca çoğalıyoruz. Birbirimizin kalplerine de sahip çıkalım lütfen. Herkesin kalbinde ufak bir çocuk yatıyor nihayetinde. En son beklentisiz hangi kalbe dokunup, sevdiniz en içten halinizle? Ya da kim sizin kalbinize değdi, sevdi, öptü, sarmaladı? Şaşırmayın bulunca, fazla geldi deyip, korkup kaçmayın. Çağın hastalığı ‘’cibiliyetsizlik sendromu’’ na yakalanmayın, hiç hoş durmuyor üstte 😉 Size sizi hatırlatacak olan, kalbinize dokunabilenlerdir. Sevmek kadar, sevilmeye de fırsat verin ki açılsın kapılar baharlara. Kendini aramana da gerek kalmayacak o zaman ey okur, AŞK aynan olup, sen kimsen onu gösterecek… Kendine hazır mısın?
Aşk’a uyanın gerisi kolay…
MERVE ÇALOĞLU
(Yazıların ve görsellerin tüm hakları saklıdır.)