Onu tanıyalı yaklaşık 10 sene oluyor, halen ikimizin de anlam veremediği bir tesadüf ve ortak aşk tiyatro sonucu biraraya gelip, şimdi gecenin üçünde konuşmazsam bir yanımın eksik kaldığı, kalbi kocaman, hayata, sanata, çevresine renk katan, aşkı yaşayışıyla bu yüzyılda zor bulunur bir erkek modeli olan, iyi dost, iyi evlat, iyi oyuncu, bilmediği ne varsa da öğrenmeye hep açık olup, soran, sorgulayan, yazan, yaşam enerjisi yüksek, asla pes etmeyen ve en önemlisi iyi insan Efe Deprem… Onu ekranlarda oynadığı dizilerden, beyaz perdedeki birçok başarılı filmden, ustalarla paylaştığı tiyatro sahnelerinden ve hatta gencecik yaşına rağmen büyük cesaretle kurduğu kendi tiyatrosundan tanıyoruz. Bunca başarılı işe rağmen, ”yeterince tanıyor muyuz acaba?” demek yerine, ülkede tanınırlığın, sadece başarılı işlerle olmadığının ”vah vah’’ lanmasına girmek yerine, ”Merve Köşesi iftiharla sunsun, ihtiyacı olan alsın’’ yaklaşımıyla, bu kez iki dost değil, gazeteci oyuncu rollerimizi giyinip, başladık röportaja…
*Ne kadar iyi olmalıyız bugünlerde?
Bizim jenerasyon için, kapımızın önünde bombalar patlıyor oluşu, adeta bir belgesel izliyormuşuz etkisi yaratıyor. Önemli bir tarihe tanıklık ederken, bir yanımız durumu kabul etmekte zorlanıyor. Sanatla ilgilenen insanlar olarak, daha duygusal ve içe dönük bir yaşamımız olması sebebiyle, daha çok yıprandığımızı düşünüyorum. İşimiz zaten öncelikli olarak etkileniyor. Terör dolayısyla iptal olan oyunlarımız var, iptal olmasa dahi, sokakta yanından geçen adamın üzerinde ”bomba var mı, yok mu?’’ diye düşünmek, oynadığın oyuna da yansır, sosyal hayatına da yansır. Kendi öllümümden değil, arkamda kalacak olanları üzmekten korkuyorum. Şehrin göbeğinde yaşayan bir oyuncu olarak, tüm iş görüşmelerim ya Taksim’de, ya Kadıköy’de, başka yerde de yaşayamam. İşim için koşturuken, ölmekten korkuyor olmak, çok dramatik… Tek diyebildiğim Allah sonumuzu hayır etsin.
*Oyun yazan biri olarak, yaşadığımız dönem aslında senin için verimli oluyor mu?
Ben, yaşarken yaşadığımı yazmama düşüncesindeyim. İyi ya da kötü olsun, yaşadığım şeyin lezzetini yazarak değil, yaşayarak hissetmeyi seviyorum. Ama sonrasında bulunduğum durumun, bana ne kattığını ve ne götürdüğünü bulup yazmayı tercih ediyorum. Şu anki durumumuz, bizden çok şey götürüyor diye düşünüyorum. Öncelikle, olaylara sağlıklı yaklaşım yetimizi götürüyor. Üstelik, şu an içinde bulunduğumuz durumu konuşmak bile, bizleri suçlu pozisyonuna düşürebiliyor. Çünkü herkeste doğal olarak psikolojik bir çöküş var. Seninle aynı görüşte olan biri bile, kurduğun cümleyi yanlış anlama potansiyeline sahip durumda. Olayları daha sonra analiz etmenin, bir yazar olarak daha sağlıklı olduğu görüşündeyim. Ben, ”konuşursam, işsiz kalırım” korkusunu da geçtim artık, ki örneklerini yaşadığımız bir devirdeyiz, ancak daha önemlisi, ekonomik gücün itibarla eş değerde olduğu bir zaman diliminde yaşıyoruz ne yazık ki…
*Bunu biraz açar mısın? Sana piyango çıksa itibarlı mı olacaksın? Oysa zaten paran olsa da, olmasa da iyi bir sanatçısın bana sorarsan…
Ne yazık ki bu böyle, paran varsa itibarın var. ‘’Tiyatrocuyum’’ dediğinde, yeterli olmuyor, arkasından gelen soru’’nerde oynadın?’’ oluyor. Sanırsın her gün tiyatroya gidiyor, tüm oyunları biliyor soran. (gülüyor) Kaç yıldır, hangi sahnelerde, ne kadar alkış aldığının, ne kadar ter döktüğünün önemini yalnızca sen, tiyatro çevren ve tiyatro seyircisi biliyor. Sokaktaki insan için, ekranda ne şekilde olursan ol gözükmen ya da altındaki araba daha itibarlı bir şey.
*Haydi say bakalım bize, nerelerde oynadın? Düşmanların çatlasın 😉
Kenter Tiyatrosu’nda başladım tiyatroya emek vermeye, çeşitli özel tiyatrolarda oynadım, 2010 yılında kendi tiyatromu kurdum ”Ardiye Tiyatro”. Enver Aysever, tiyatromu kurarken bana çok destek oldu, paramız yoktu yeterli dekoru kurmak için, sağolsun desteğini unutamam. O da eski tiyatrocu olduğu için, ortak tanıdık arkadaşımız vesilesiyle kapısını çaldık, o da bizi geri çevirmedi. Böylelikle, kendi tiyatromun ilk oyunu Geri Dönüştürülemeyenler’i sahneye koymaya başladık. Bu süreçte bize, tiyatrolardan da destek geldi. Emre Kınay sağolsun sahnesini verdi, Duru Tiyato’da da oynadık. Galata Perform bize 35 hafta kapısını açtı. Sonra İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Genç Günleri’nde festivalde oynadık… Sonra imc usulü hareketle devam ettirdiğimiz düzeni, sponsorlarımız olmadığı için devam ettiremedik. Sonrasında büyük ustalarla çalışma şansına sahip oldum. Haldun Dormen ve Göksel Kortay’la 3 sezon Kibarlık Budalası’nda oynadım. Bu sezon da Tatavla Sahne ile Düşük Şehir İhtimali adlı oyunu sahneye koyduk.
*Hala audition yani seçmelere giriyor musun?
Giriyorum tabii ki, oyuncu dediğin girmeli de.
* ”Keşke oynamasaydım” dediğin bir tiyatro oldu mu?
Bir zaman sonra ”oynamasaydım olurmuş” dediğin tiyatrolar oluyor ama ”tecrübe” deyip, atıyorsun anılarına.
*Kötü oyuna, kötü oyun demekten çekinir misin?
Çekinmiyorum ama onu söylerken bile üzülerek söylüyorum, çünkü verilen koca emeğin yanındaki eksikliği görmek, can acıtıyor. Bu bazen, elde olmayan zor şartlar dolayısıyla da olabiliyor, o yüzden daha anlayışlı olmak lazım, o tiyatronun şartlarını gözönünde bulundurarak…
*Tekrar kendi tiyatronu kurma hayalin var mı?
Var tabii ki, ekonomik gücüm olduğu ilk fırsatta, kendi sahnem de olsun istiyorum,
*Neden biz oyuncular hep sahnemiz olsun isteriz, bir yerde kafamız rahat oynamak varken?
Müfredat oyuncusu olmak yerine, sevdiğin işleri sahneye koyabilmek için herhalde.
*Kendi yazdığın oyunları okutuyor musun?
Evet okutuyorum, aldığım eleştiriler doğrultusunda kendimi daha çok geliştirme sürecindeyim.
*Hiç bir oyun izleyip, ‘’yahu benim oyunuma neler dediler, şunu oyun diye sahnelemişler’’ dediğin oldu mu?
Öfff ne sen sor ne ben söyleyeyim 🙂 Olmaz mı?
*O zaman insanların dediklerini dinlememeli misin acaba?
Dinlemeyip, deli cesaretiyle hareket etmek istemiyorum ama iyi bir yönetmenle buluşmak herşeyi değiştirebilir. Yakında sürprizlerim olabilir…
*Acaba, sende alışkın olmadığım bu çekimserlik, ülke meselelerinden mi?
Haklı olabilirsin, zevkle yazmaya başladığım anda, oyunun ortasına bomba yağıyor şu sıra…
*Sosyal Medya ile ilişkin ne durumda?
Retweet’ten yargılanıldığı bir devirde, çok da hoşlanmamaya başladığım bir hal aldı. Benim olmayan ve ironik olarak paylaştığım tweetten dolayı küfür yiyorsam, çok da kafaya takılacak bir mecra olarak görmemeliyiz diye düşünmeye başladım.
*Kitap yazacaktın bildiğim kadarıyla?
45 yaşında, oyuncu kimliğimin yanına yazarlığı ekleyeceğim. Bence bir yazar, roman yazabildiği noktada kendine yazar diyebilir diye düşünüyorum. Kendimi o hedefe doğru ilerletiyorum. Belki 45’i bulmaz, göreceğiz. Onun dışında halihazırda, içimden gelen sözleri derleyerek yazdığım bir kitap var, onu yakında yayınlayacağım.
ZENGİNLİĞİM TELEFON REHBERİM!
*Ne anlatmak istiyorsun sen Efe Deprem olarak insanlara?
Bizi sevgi kurtaracak, böyle inanıyorum. Aşkçısın ya, seninle de o yüzden iyi arkadaşız, aynı bakışaçısına sahip olduğumuz için… Çocukluğumuzda, dairemizin kapısı açık oturan insanlardık. Üst komşu dolma yapardı, ‘’kokmuştur” diye bize de getirirdi, alt komşu kek yapardı ”kokmuştur size de getirdim” derdi. Bizim tabağımızın bir ay eve gelmediği olurdu, çünkü bizim için önemli olan komşuluktu, tabağımız boldu, verirdik gelmezdi, kimse de önemsemezdi. Şimdi ben, üstte oturan komşuyu tanımıyorum, tabaklar da olduğu yerde duruyor… Böyle büyümüş biri olarak, çok garipsiyorum geldiğimiz boyutu, sokakta birine ‘’günaydın’’ dediğinde, sana deli gözüyle bakılıyor oluşunu…
*Geçen haftalarda yazdığım bir yazıda senden bahsetmiştim, söylediğin bir söz beni çok etkiledi. ”Bir erkek olarak, bir kadına selam vermeye utanır oldum!” diyorsun, bunu biraz açar mısın?
Erkeğin ve kadının altının çizildiği durumlar çok iç açıcı değil artık Türkiye’de. Aslına bakarsan, dünyada da ayyuka çıktı kadına şiddet. Selam dahi vermek, ”karşımdaki kadını rahatsız edebilir” korkusunu taşıyorum ister istemez. Benim annem, sevgilim, arkadaşım olarak bakmam gereken fotoğraf, ekstradan hassas olmamız gereken bir fotoğraf haline dönüştürüldü. Bizim gibi düşünen duyarlı erkeklerden bahsediyorum tabii, Manisa’daki minibüs şoförü tecavüzcüden bahsetmiyorum. Onlar yüzünden biz utanır olduk. Benim için kadın, herzaman geleceğin annesidir.
*Ne bu hale getirdi erkekleri sence? Bu şiddetin artmasının sebebi ne sana göre?
Eğitimsizlik, göç alan şehirler, ciddi bir karışım, büyükşehir ve köylerdeki eğitim arasındaki uçurum, kırsal yaşamla büyükşehir arasındaki sosyal ve ekonomik uçuruma ayakuyduramama, erkeğin kadına karşı geç bilinçlenmesi, kişi başına düşen eş sayısının günden güne artışı gibi etkenler, bu konudaki psikolojik faktörlerdir. Üzgünüm, inan ki çok üzgünüm…
*Nasıl düzeleteceğiz bunları?
Anlatacağız, ben oyun yapacağım, sen şarkı yazacaksın, anlatacağız. Başka türlüsünü bilemiyorum.
*Bu yüzden mi yalnızsın? Tüm bunlar ilişkilerini de mi etkiliyor?
Yalnız değilim, tek başımayım. Evet etkiliyor. Yaşanan toplumsal kodlamalar ilişkileri zorluyor. Bazı şeyleri aştık, bazı şeyleri aşamadık toplumca. Arada kalmışlık da sadece kadın erkek değil, tüm insani ilişkileri etkiliyor. Gerçeklik peşindeyim, bakalım…
*Yalan söyler misin?
”Ben yalan söylemem” diyen adamdan korkacaksın. Biz, olmadığımız gibi anlatmaya bayılıyoruz kendimizi, kadın da erkek de… ”Ben yalan söylemem” diyen de ilk dakikadan itibaren, ilişkinin dinamiğini sarsacak bombayı atmış oluyor. Kısaca herkes yalan söyler, aslolan yalan söylemeyeceğin ve duymayacağın ilişkiyi bulmak.
*Dizi sektöründe, gerçekte oyuncu olmamasına rağmen çok para kazanan ekran figürleri sinirini bozuyor mu?
Hayır bozmuyor. Herkesin yoğunlaşmak istediği şey farklıdır. Ben donanımlı bir oyuncu olmak için çalışıyorum, kendimi bildim bileli. Cebimi tecrümelerimle dolduruyorum. Boş vakitlerimi okuyarak, yazarak, spor yazarak geçiriyorum, diğer insanlara kafa yormak yerine… Para kazanamadığım dönemde, gocunmadan bambaşka işlerde de çalıştım. Ne olursa olsun, o da benim oyunculuğuma malzeme olacak bir tecrübe dönemi oldu. Ne yaparsam yapayım, ben oyuncuyum. Ekranda başrol oynayan insanların, gelip tiyatromuzda bize asistanlık bile yapmayı beceremeyip, arkalarına bile bakmadan kaçtığına şahit oldum. Aslolan er meydani tiyatodur, onlar da orada oynayamazlar. Tüm dünyada olduğu gibi, ekranda herkes oynar, Hollywood’da garsonluk yaparken keşfedilen insanlar var, dolayısıyla bunlara kafayı takmaya değmez.
*11 yıldır tiyatro yapıyorsun, bir çok dizi ve sinema filminde oynadın, oyun yazıyorsun, yakında yayınlanacak bir kitabın var ve bu sektörde yılmadan, pozitifliğini yitirmeden devam ettirdiğin bir mücadelen var. Bana sorarsan yolun da çok açık. Koşturmacalı hayatına ufak bir mola verip, çocukluğuna dönsek, ”o çocuk Efe’ye bu kafanla birşeyler söyle” desek, ne söylerdin?
”Daha çok oku” derdim. Oyunculuğun çoğu, Haldun Dormen’in, Marlon Brando’nun ve nice oyuncunun söylediği gibi, beklemekle geçer. Bunun için de sabır ve yılmadan çalışmak gerekiyor. Okumak, işin püf noktası bence.
*Zengin misin?
Telefon rehberime baktığım zaman, çok zengin olduğumu görüyorum.
*Dizilerini de saysana, fazla reklam göz çıkarmaz röportajda…
İlk dizim Sürgün Hayatlar-Trt, Aydan Şener oynuyordu başrolde ve 13 bölüm sürdü. Sonra Star’da Pulsar’ da oynadım, o biter bitmez, Atv’de Gonca Karanfil diye bir diziye başladım, 5. bölümde yayından kalktı. 2010 yılında Zülfü Livaneli’nin çektiği Veda filminde oynadım, Mustafa Kemal Atatürk’ün yakın koruması olan, Ali Metin Çavuş’u canlandırdım. İçinde bulunduğum için çok şanslı hissettiğim bir prodüksiyondu. Sinemanın evrensel düzeyde nasıl yapıldığını o filmde tecrübe ettim, çünkü İtalyan ve Alman ortaklı bir yapımdı. 2010’da tiyatromu kurduğumu anlatmıştım az evvel, sonrasında 2011 senesinde Özcan Deniz ile Evim Sensin filminde Özcan Deniz’in arkadaşını oynadım. Yüksek gişe yapan bir film olması, benim için gurur verici oldu. Daha sonra Yer Gök Aşk dizisinin son sezonundan teklif geldi, orada son sezon boyunca oynadım. Hemen arkasından yine Özcan Deniz’le, geçtiğimiz yıl vizyona giren, Sevimli Tehlikeli filmini çektik. Hemen ardından da Tiyatro Kedi ile Kibarlık Budalası oyununa başladım. Benim için, Haldun Dormen ve Göksel Kortay’la oynamak ayrı bir eğitim oldu.
*Tesadüflere inanır mısın?
Kafka demiş ki, bastığın kadar ağırsın… Enerji meselesine çok inanıyorum, bizim bile bir arada olmamız, çok saçma sapan bir gün içerisinde, sokak ağızıyla ‘’tesadüf” olarak adlandırılabilir. Ancak, o günden bugüne geldiğimiz noktaya bakınca, ”olması gereken olmuş” diye düşünüyorum…
*Madem bizden bahsettik, her röportajda sorduğum kilit soruyu sorayım: Merve Çaloğlu?
İyilik, güzellik… Merve Çaloğlu deyince dünyaya güzel şeyler üretmeye gelmiş bir insan gözümün önüne geliyor. Teşekkür ederim, iyi ki varsın hayatımda…
*Şehirlere bombalar yağdığı bir devirde, bir sanatçı olarak söylemek istediğin son şey nedir okurlarıma?
Yarın sabaha, planlamadan ve güzel bir gün olacağını düşünerek uyanmak istiyorum. Bir gün herşey güzel olacak inanıyorum ama zorla mutlu olmaya çalıştıkça, mutlu olamayacağız. Dirayetli ve duyarlı olmak için çaba sarfetmeliyiz. Herşeyi dünyadan beklemeyelim, kendi dünyamıza güzel bakmak elimizde. Okuduğun ve gördüğün şey arasında fark var. Sen televizyonda bombanın patlama anını gördüğün an, hayat başka dönmeye başlıyor. Haberdar olalım ama haber almak adı altında pompalanan korku kültüründen uzak duralım diyorum. Güne sağlıklı ve iyi düşüncelerle başlamak için elimizden geleni yapalım. Daha çok okuyalım, yaptığımız işten utanmayalım, örneğin sen aylarca uğraştığın, insanlara ekmek ve su gibi faydalı olan şeyi (müziğini) paylaşmak için utanma. Tüketicinin tercihi olan şey, sanatçının duyarsızlığı olarak adlandırılmamalı. Ben 40 derece ateşle sahneye çıktım, bu sanatçının insiyatifinde olmalı. Haldun Dormen ”sokağa çıkma yasağı varken, biz dolu salona oyun oynadık” der. Nazi Almanyası’nda piyano susmamıştır. Bizim mesleğimiz saygısızlık değil, yapana da ulaştığı kitleye de faydası olan bir ihtiyaçtır. Biz, duyarlılığımızı oynadığımız oyunla, sen yazdığın şarkıyla, belki de şu an verdiğimiz röportajla göstermekle yükümlüyüz. Birbirimizin psikolojisini eleştirmekten vazgeçtiğimiz, güzel yarınlara… Bir de bir tiyatrocu olarak, sahnelerin kapatılmamasını, varolan sahnelerin de daha insani şartlarda işimizi yapabileceğimiz düzeye gelmesini diliyorum.
Can dostum Efe, yolun zaten çok açık, gittiğin yönse, seni hayallerine, doğru şekilde taşıyacak, o yönde kesişip buluşmadık mı zaten? Kalbim hep sende, omuzum da omuzunun yanında her daim. Sana bir kalem bir kağıt yetiyorsa, bulunduğun her yer de sahneyse, yaşadığın sürece tek ihtiyacın olan şey sadece sevgidir. O da sende doğuştan var, şimdi onlar düşünsün…
Sevgili okur, olduğu gibi soru cevap şeklinde yayınlamak istedim bu röportajı. Bilenler bilir, çok da yakın dostumdur kendisi. Torpil yaptığım düşünülmesin, onun zaten kendini ifade ediş şekliyle, hayattan torpilli bir şahsiyet olduğunu sizler de okuyun istedim. Tüm açıkyürekliliğiyle, korkusuzca, korktuğu yerleri bile cesurca yanıtladığı için, sevgili dostum, tiyatrocu, yazar Efe Deprem’e sonsuz teşekkürler. Merve Köşesi, gerçek sanatçıları afişe etmekten onur duyar. Takipte kalın ve son sözümü unutmayın…
Efe çözmüş o mevzuyu, ya siz?
Aşk’a uyanın, gerisi kolay…
MERVE ÇALOĞLU
(Yazıların ve görsellerin tüm hakları saklıdır.)