Dünyanın en saçma filmlerinden birini izledim az evvel ama durmadan sorular soran ruhuma, yine bir dert daha çıktı sayesinde, saat sabahın körü, mevsim bahar, hava mis, geçmiş-gelecek- şu an, yine sis…
5 yıl önceki halinize geri dönseniz, neyi değiştirirdiniz? Filmimizin sonradan psikopata bağlayan kurgusunu bir kenara bırakırsak, aldım kendimi karşıma, ciddi ciddi düşündüm bir an…
Hazır bahar da geldi, yenileniyor her yan, ağaçlar çoktan coştu, her bahar aynı gibi görünse de, duyduğun yasemin kokusu her yıl farklı hissettiriyor, kalbini genişletmeyi başarana… Yenilenirken, geçmişi adam gibi uğurlamak da mühim mevzu. Kime sorsam, eskilerden kurtulmanın peşinde şu sıralar. Kimi, fazla ne eşyası varsa, benim gibi bağışlıyor, kimi affedemediği geçmişini şifalandırma seminerlerinde ön sıralarda, kimi sıkıntı veren ilişkilerinden kedini azad ettiği için mutlu, kimisi de halen ne olduğunu anlayamaz halde ‘’herşey üstüme üstüme geliyor’’ adlı türküsünü tutturmuş, faturayı gezegenlere kesip, Merkür gerilemesini taşlıyor 🙂 Hep ileriye yönelik ya planlarımız, erişmeye çalıştıkça yorulmakta ya zihinler, amaçlar, hedefler hep geleceğe doğru akıyor bizim filmlerde de, varış noktası herkeste aynıyken üstelik; İki avuç toprak, hop geri dönüşüme katkı fonu bedenlerimiz. Tamam tamam, içinizi karartmak değil amacım, korku filminden yeni kaldırdım başımı, fazla mezarcı gördüm mazur görün 😉 Geleceği bırakıp geçmişe dönme fırsatımız olsa, üstelik akışı değiştirecek hareketleri yapma şansı verilse ne yapardık, hiç düşünmüyoruz. Şimdi, ”olan olmuş, ne faydası var düşünmenin?’’ demeyin, sizi üzen kişileri hayatınıza sokmuşsunuz, aferin, ancak mesele kişilerde değil, olaylarda yatıyor. Bir daha aynı masallara kanmamak için, geçmişteki debelenen halinizin arada bir saçını okşayıp, kendisiyle adam akıllı konuşmakta fayda var, ben yapıyorum, güzel oluyor…
Geçmişi değiştirmek mümkün değil, değişmesin de zaten, biz alacağımızı doğru almayı bilelim yeter. Geçen bir yerde okudum, dünyadaki denge aynen şu şekilde işliyormuş: Her ölen katilin yerine bir katil doğarmış, her masumun yerine de bir masum insan… Ne kadar doğru bilemiyorum ama iyi ve kötü olmak diye bir şey var bu hayatta. Hatta hepimiz birilerine göre kötüyüz, kimine göre de melek. Gün geliyor, dost bildiğin sırtından bıçaklayıveriyor. Hazetmediğin, canın ciğerin oluyor. Herşey kendi akışı içerisinde, olması gerektiği için, olması gerektiği şekilde oluyor. Kabul etmesi çok zor gerçekler bile, bizim o an için acıdan göremediğimiz ama başka bir düzeneğin en önemli parçası olma yolunda, acıta acıta ‘’yok’’ ya da ‘’var’’ oluveriyor. Bu manada, Hamlet’in askeriyim her daim, ”olmak ya da olmamak”, beni buradan vuruyor, bir de sen vur Hamlet, dükkan senin, lafı olmaz… Seçenek bizim elimizde, Hamlet gibi delirmek de, yok saymak da, bir durup soluklanıp, düşünceleri özgür bırakmak da hep seçeneklerimiz arasında.
NE ‘’BATMAN’’ LER GÖRDÜM ZATEN YOKTULAR!
Bilen bilir, genel olarak kaderci bir tip sayılmam, durmadan çalışmaya, hedef koyup inançla yol almaya programlıyımdır, şansa da inanmam, şanssızlığa da. İstediklerin o an gerçek olmuyor diye şanssız değil belki de şanslısındır, bunu yine senin isteklerine hazır olman ya da olmaman belirler. Ancak sizin dışınızda gelişen beklenmedik olaylar ve devirdiğiniz güven dolu zamanlara karşı, sizi kötü anlamda şaşırtabilen kişiler, bir anda yabancılaştırma efekti gibi hayatılarımızın orta yerine düşüverebiliyorlar. İşte o noktada, vitesi biraz boşa alma zamanlarıdır. Artık adına kadersel olay mı dersiniz, ders mi, felaket mi bilemem ama bu tip beklenmedik olayların, gelişimimiz üzerinde en büyük etkiyi yarattığını düşünmekteyim. Nasıl gelişeceğin, o savaştan nasıl çıkacağınsa, yine kaderin değil, özgür irademizin elinde. İşte sırf bu yüzden, tüm güç, her ne olursa olsun, yine insanın özünde saklı. ”Hiç üzülmeyin, süper kahraman gibi domuza bağlayın” demiyorum, bilakis üzülün, ağlayın, yaşadığınız hayalkırıklığı için kendinize zaman tanıyın. Gerekirse depresyona da girin, size durmadan anlamını bilmeden ”güçlü ol” diyenlere kulak asmayın. Güçlü olmak, gerektiğinde ağlamaktır, düşmek, yara almaktır. Hiç çiziği olmayan bir süper kahraman gördünüz mü filmlerde ? İlk ufak sıyırıkta bağışıklık sistemleri gelişmediği için, ölüverirlerdi, ne Batmanler görürdük, ”zaten yoktular” modeli. Daha tam şeklinizi almadıysanız, alacağınız darbeler sıralarını bekliyorlar demektir. ”Ben bu şeklimde iyiyim” diyorsanız, kendinize reva gördüğünüz davranış modellerine dur demeyi öğrenmenin zamanı gelmiştir cancağızlarım. Artık canınızı siz izin vermedikçe kimsecikler üzemez, siz izin vermedikçe ama!.. Unutmayalım. (gerekli ayrıntı)
O aslında içinizi kemiren, birileri kırılmasın diye içinizde tuttuğunuz, sizi rahatsız eden şeyler var ya, gerçek onlar, dinleyin kendinizi, duymazdan gelmeyin. Empati yapacağım, duyarlı insan olacağım derken, en büyük haksızlığı kendinize yaptığınızı sonradan farketmekten de vazgeçin mesela bu bahar. O zaman, kimse kimseye haksızlık yapamıyor. ”Kalbim genişledikçe daha da çok sevgi büyüyor içimde, sanki çıkartsam, tüm dünyaya yetebilecek kadar sevgim var gibi hissediyorum bazı sabahlar, kızdıklarımı bile yakalasam bağırıma basasım geliyor. Ne küslük barınıyor bünyemde, ne sonsuz kırgınlıklar…’’ dedim özetle, bir dertleşmede geçen gün, beni gerçekten iyi tanıyan bir dostuma. ‘’Yapma’’ dedi, kısaca… Haklıydı, ne herkesi sevmek mümkün, ne herkese aynı yerden gönlünü açmak doğru bir şey. Tek doğru var bildiğim, onu da sizlerle paylaşmaktan şeref duyarım; Mesafeleri iyi ayarlamak ey okur, mesafeleri… Kimi hangi mesafeden seveceğini belirlediğin zaman, sevgi de harcanmıyor, doğru yerini buluyor. Sırtındaki bıçakları da tek tek söküp atıyorsun, bir daha hayatında istemediklerini de yapabileceğin en güzel şeyi yapıp, affediyorsun.
”Kendini seçemiyorsun” demiş Sezen ama kendini affedebiliyorsun. O zaman, dünyanın en saçma filmindeki, geçmişe yolculuk da vizesiz, verimli bir seyahate dönüşmüş oluyor. Git kendini affet, ve söyle ona, bir daha önce kendi kıymetini bilsin, verecek ne kadar sevgisi olursa olsun, alabilecek olanlarla mesafeyi iyi ayarlasın. Ne olur ne olmaz, değil mi ama Hamlet Efendi?
Hep söylerim, dün, bugün, yarın hepsi biziz, olduğumuz gibi de çok güzeliz. Son söz için mikrofonu size uzatıyorum sevgili okur, haydi hepberaber;
Aşk’a uyanın, gerisi kolay…
MERVE ÇALOĞLU
(Yazıların ve görsellerin tüm hakları saklıdır.)