İçimizdeki boşluk hissi nereden gelir? Kafayı yorsan da yormasan da, bunu bulmak için biraz yol almak gerekiyor ama önce o yola çıkmayı istemek gerek, zira akıl yaşta değil… Hatta başta olması için de, önce kalbe dönmek şart. Boşluğumuza gelenlerden kurtulamayacağız bu gidişle. Yalnızlıkla, tek başınalık tercihini birbirine karıştırırsak, aidiyetimizi kendi ruhumuzda değil, başkasında aramaya devam edersek, sonunda ne aradığımızı da unutacağız. ”Aradığınız aşka yine ulaşılamıyor” adlı film, makus talihimiz olmaya devam edecek, bu acele arayışlarla. Şehir büyük olmasına büyük ama aşklar pek küçük, pek haifife alınıyor duygular, oysa ”birini sevmek”, ne büyük bir iştir! Başkasında kendini bulma sanatıdır aşk. Ondan acıtır yokluğu, kendinden bir parçan kopmuş gibi oluverirsin, sureti uzaklaşınca… Kendimizi ne kadar bulmaya çalışıyoruz ki bu keşmekeşin içinde, başkası aynamız oluversin? O boşluğa mı oturacak aşk? Bari bir sandalye koyuverin altına, ayıptır, günahtır!
Bilen-bilmeyen, umut tacirliği yapmaya başladığından beri, ortada dönen mutluluk formülleri, ‘’anı yaşa’’ manifestosunu da, dejenerasyonun dibine vurdurtmaya başladı. Vurdumduymaz, her duyguyu değersizleştirerek, ”amaaan canım ölüp gideceğiz, n’olucaksa olsun’’ gazlarıyla, ağızından çıkanı bıraktım, karşısındakinin dediklerini bile anlayamaz sağır kalpler türedi etrafta. ”Sana ne canım, ne işin var öyleleriyle?’’ demeyin, hepimizin işi var. İlişkilere, sevgiye, aşka bakış açısı sığ olanlar yüzünden ülke battı batıyor. Kendinin ve başkalarının değerlerini sallamayanlar, ilişkileri ”biri gider-biri gelir”, bu da karım, o da sevgilim şeklinde değerlendirenler, devlet büyüklerinin yatakodası açıklamalarına da kafayı yormuyorlar. Kadına şiddet, iki tokatla başlamıyor, bulunduğun ortamda gösterdiğin ihtimamla, hitap şeklinle, hatta tanışırken sergilediğin tavır da ele verir hangi üzümün çöpü olduğunu. Aileiçi eğitimin çok önemli olduğunu savunurum hep, kadına şiddetle alakalı olarak. Şu sıralar bunu da çürüten manzaralara şahit oluyorum. Yeni modamız ”Sonradan Yozlaşanlar” bir hayli çoğalmış durumda, tipine bakınca hiç ummayacağın adam, harem kurma peşinde. Kur canım kur da, yine mutsuzsun, o ne olacak? Tek eşlilik, sanki Çince bir tanımmışcasına, anlamsız karşılanıyor hatta. Bizzat, gördüm, duydum, onaylamadım, içim acıdı halimize…
Bizim sektörde de, çobanlıktan yapımcılığa terfi edenlerin alışkanlığıdır, hala bile son demlerini yaşamaktadır ‘’gel beni sev, seni meşhur edeceğim’’ mallığı, ahlaksız teklif yani! Daha geçtiğimiz haftalarda bile (Sanırsın 11. Yüzyıldayız)), tv programına katıldığım için hallenip, şansını zorlayan bir ”ismi lazım değil’e, albümümün ismiyle cevap verdim. ”Benim yollar, Uzak Yollar” dedim, anladı, o kadar da çoban değilmiş, tabii okumuş etmişi bu, fazla üstelemedi. Ne mi okumuş? O kadar ipucu veremem, sustum, Tıp! Güldüm, geçtim… Bizim camia böyle, şöhrete giden yolda herşey mübah, becerebilenlere de eyvallah. Herkes kendi tercihini yaşayıp, bedelini de ödüyordur en nihayetinde. Alan memnun, veren starsa bizi bağlamaz. Hatta normal insanlar, sanat camiasından daha çarpık ilişkiler yaşamaya başlamışken, bizim çobanların, senin ünlü olma isteğini tartmaları normal bile geliyor artık kulağıma. Sonunda anlıyorlar nasılsa ve tasvirin ”o gerçek müzisyen’’ oluyor, her defa… Çakması çokken, bu saçma tanımlama da normalleşiveriyor. Gerçek ‘’insan’’ çoğalsın diye tüm dualarım…
KENDİNİ OKUMAYI SÖKMEK
Dün, bir müzisyen arkadaşımla, uzun bir telefon konuşması yaptık, ”aslolan üretmektir” temalı sohbetimizin bir yerinde, ”sen yaşıyorsun, içinden geçip hayatın, sözünü buluyorsun hayatın…” deyiverdi. Anlayan anlıyor, gören kalp başka oluyor işte… Peşinde olduğun şey, işte de, aşkta da, gündelik ve değişken hazlardan ibaretse, formüller herzaman çok basit. Yaşamda da böyledir bu. Anı yaşa ama nasıl yaşayacağın yine sana kalmış durumda. Şu yazıyı yazarken de, anın tam içindeyim ve derdim var, kaybolmaya yüztutmuş değerlerimizi, omuzlarından silkeleyip, kendine getirmek istiyorum. Oturup, yediğimi içtiğimi de yazabilirim, onun da bir amacı olmalı, okuyana bir faydası olmalı bana göre. Demem o ki okur; Yaşamış olmak için yaşamayın hayatı, sevmiş olmak için aranmayın, önce tanıyıp, sonra gerçekten sevin, ömürlük kaleleriniz olsun, adını koymaya çalışmayın, sağlamlığıyla ilgilenin ilişkilerin. Dara düştüğünüzde, mutlu olduğunuzda, anı güzel kılmak istediğinizde koşarak geleceğini bildiğiniz kalpleriniz olsun. Her halinizi anlayacak, anlamasa da orada olacak, düştüğünüzde elini uzatacak ‘’insan’’ lar için, ”insan olmaya yakışmak’’ nedir, hakkını vermek lazım. Sadece bunun için kafa yorulan bir hayat, anı yaşar, gözünün önündeki günbatımını da, çiçeği de, kağıt toplayan çocuğu da görür. Anı yaşıyorum zannederken, beynimizin içindeki ihtiraslarımıza yenik düşmeyelim ey okur. An değil o, zaaflarını başkasına yaşatmaya çalışmaktır yalnızca… Olmayınca da, iflah olmamış mutsuzluğumuzla aranmaya devam etmek, kaçınılmaz kısırdöngümüz olmaya mahkumdur.
Herşeyin başıdır aşk, sapasağlam ilişkilerden doğan çocuklar kurtaracak bu memleketi, bana ”yarım kadın” deyip, değerimi hiçe sayan evliliklerden doğan çocuklara ihtiyacı yok bu ülkenin. O çocuklar da, babadan oğula, harem kurmanın, sanatı, insanı, ilişkileri değersizleştirmenin peşinde olacaklar, ne görüyorlarsa onu uygulayacaklar, ”bir de yetmez 3 tane daha doğur” diyecekler. Hoş benim yarım da seni bozar o ayrı… Böyle işte, önemli iştir bu aşk! Kendi boşluğunda boğulan birilerini görürseniz, ısrarla uyarınız. İsterlerse, adınız ahlak bekçisine çıksın, susmayın, gerekirse bekçi olun aşk için ve deyin ki; ”Öyle aranmakla bulunmaz aşk, kapından içeri giriverir, ne kadar hazırsan, o kadar kolay açar kapını, yedek anahtar yaptırmaya bak, yani hazır ol aşka’’! Canım okur, güzel okur, biriyle ilk buluşmaya giderken, ne kadar özeniyorsanız, öyle özenin kendi hayatlarınıza da. Okumayı sökmemiş çocuğa, okuma kurdelesi takmaya benzetmeyin aşkı. Kendimizi okumayı sökelim önce. Ne boşluk kalacak o zaman içimizde, ne de sevmek için seveceğiz birilerini. Kaşına gözüne değil, iki sözüne dünyayı yakacağız o zaman. Haydi en doğru ”anı yaşama formülü” için, kalbimize dönelim o halde. Aşk, boşluğa oturtulacak bir misafir değil, zevkle, tecrübelerinizle, tüm ruhunuzun aidiyetiyle donattığınız kalenizde ağırlayacağınız, en kıymetli misafiriniz olsun. Anlaştık mı? Tamam o zaman, hatta kalın, Aşk’a bağlıyorum…
Aşk’a uyanın, gerisi kolay…
MERVE ÇALOĞLU
(Yazıların ve görsellerin tüm hakları saklıdır.)