Ve sonbahar… Bu Eylül’e de unutulmaz bir ruhla girdim, tesadüf mü? Bence değil… Birbirini ruhundan tanıyorsun aslında, sonradan konuştukça benzerliklerin ortaya çıkışına şaşırmak, sadece unuttuğunu hatırlamak aslında. Olması gereken oluyor, kalması gereken kalıp, gitmesi gereken gidiyor. Ummadık taşlardan, başımız artık dikiş de tutmuyor, kabuk tutturmayı öğreniyoruz. Tutundukça elinden kayar hayat, sarıldıkça çoğalabilirsin sadece, öğreniyorsun her defa. Böyle bakınca, hayat çok özel bir macera, bize mucize gibi gözükenlere gebe. O halde kucaklayalım yeni doğanlarımızı ve hiçbir şeyin ‘’hiç” olmaktan daha mühim olmadığına inanalım yine bu sonbahar… Şarkısını yazdım dün ve dünden beri boy attı şarkısı bile sonbaharın. Yazdığını yaşamakla, yaşadığını yazmak arasında aşk olmuşsan ve yanında bu açmazı bile anlayan bir ruh varsa, ”mucizeyi uzakta aramamak lazım” deyip, tüm kırgınlıklarına rağmen şükredebiliyorsun, ”ne mutlu aşkım diyene” madem! Bi’ uyandım sonbahar, sarılıp uyunacak yağmurlar var elbet, aynı yağmura senin gibi sarılacak olanı kendine çekmekte mesele. Mesele hep sensin ey okur, bıkmadan söyleyeceğim şu ki, hayat da sensin, acı da, aşk da, bahar da, kış da, zevk de, hak da, haksızlık da…
Yeterince hafifleyememiş yerlerimizi keşfetmek için bir fırsat olsun, dinginleşmeye başlayan şu havalar. Güneşli havada sevmek, dedeme de kolaymış, güneşsiz de parlıyor musun etrafta? İçindeki sonsuz gücü kişilerden değil de kendi ruhundan almayı ne ara bıraktıysan, koyduğun köşeden al onu ve at üzerine sinmiş tarihi geçmiş, bozuk düşleri. Sonbaharı da, yağmuru da sevmeyi öğreneceksin o vakit, her damla gökkuşağı olacak kalbine yağdıkça. Güneş de sen ol, böylece her rengi seversin . Acına bile şükredersin, bir anlayanla geçirdiğin ilk Eylül akşamı için… Acı dediğin de nedir ki? Geçer, gider. Ruhu terketmeyen hangi acı var ki, sen ısrarla tutunmadıktan sonra? Tutunma, sadece kucakla, sev, başını okşa, kaçma, erteleme, öteleme, olana bitene teşekkür edip, yol almaya devam et sen. Kalan sağları da, ölen bedenleri de aynı yerden sevmeyi öğren, çünkü onlar, senin bu hayatta bulmaya geldiklerin, izini bırakırkenki suç ortakların, oyun arkadaşların, yoldaşların, ruhdaşlarındır. Korkma, yaşam da sensin, ölüm de… İkisi de aynı ağacın, başka dallarındaki sonsuzlukta, senin şarkını söylemek için var. En güzel şarkını yazmadan ölme o halde. Ölümü seçmiş yaşayan ruhlardan kendini sakın sadece. Varoluş yerine yokedişe yönelene, sadace dua et, yağmura sarılacak aşkı o da bulsun diye…
SAHİPSİZLİĞİNDEN SARILIP UYUNACAK TAŞ EV (UMMADIĞIN TAŞLAR +1)
Kursakta kalan kalpler diyarından yazıyorum, ne bekliyordunuz ki? Mutluluksa beklediğiniz, bilin ki, o beklenmez, yaşanır. Sen beklersen, tüm Merkür gerilemeleri ömrünü çürütür, güzel okur. Sen yürü ona doğru, kapısından döndürmez seni, emin ol. Mutluluğu da yalnızlığa mahkum eden bizleriz. Kurmuş sofrayı, tüm misafirperverliğiyle bizi ağırlamaya kapıları hep açıkken, ”o gelsin, biz ağırlayalım” istiyoruz. Garibimin adı çıkmış bir kere ‘’cimri” diye, oysa çok cömerttir mutluluk, biz istemeyi bilmiyoruz sadece. Kibirle muhtaçlığı birbirine karıştırıp, vazgeçiyoruz ona doğru yürümekten, ”iyi böyle’’ deyip, çareyi rakı balıkta aramak, koca şehirleri üzerimize yıkıyor, eziyor, eziliyoruz. Tüm madalyalarımızdan öpüyorum o halde, bravo bize! Gurur duyalım arayışlarımızla tamam ama göz hizamızda yol almanın da vaktidir artık. Ne daha yukarı, ne de daha aşağı bakmanın, mutlulukla bir alakası yok. Kendini güzelliklere henüz layık görmemekle alakası var bu savruluşların. Ya kabul edelim ya da söylenmeyelim, kırıp bacağımızı oturalım, mutluluk bize, biz mutluluğa camdan cama el sallayarak…
Falcılara dünyanın parasını vermeyin, size en büyük kehaneti bedavadan sunuyorum: Mutluluk, tam da gözünüzün önünde, açmış kapılarını, kurmuş sofralarını sizi bekliyor. Hemen şimdi kafayı yazımdan kaldırıp, etrafınıza bir bakın, olmak istediğiniz yerde misiniz? Her neredeyseniz, siz istediğiniz için oradasınız, siz istediğiniz sürece kalacak ya da gideceksiniz oradan. Tutunduğunuz büyülü anlardan, hayallerinize yakıştırdığınız bedenlerden, kalbinizi, ruhunuzu, tüm enerjinizi emanet ettiğiniz, doğru sandığınız yanlış kişilerden vazgeçmek, kolay gelmez, biliyorum. Konfor alanınızı terketmek için biraz cesaret lütfen! O konfor alanlarıdır, bizi kibire sürükleyen belki de… Tadı damağında kalana tutunmak mı, tüm varoluşuyla yaşamı paylaşacak olduğunuz ruhlara kolları açmak mı, siz seçeceksiniz bu sonbaharda da. Mutluluk, açmış kollarını sizi bekliyor, yanınıza bir kaç parça eşya da alın, yatıya kalabilirsiniz, ev güzel. Kış için ayrı reçete yazarım, siz şimdi sonbaharın tadını çıkartın, eski yapraklarınızı dökün. O ummadığınız taşlardan da taş ev yapıp, gelen yağmurlarda, her mevsimin hakkını verebilecek olanla, içinde sarılıp uyuyun.
Ben en güzel rüyayım, ya siz?
Aşk’a uyanın, gerisi kolay…
MERVE ÇALOĞLU
(Yazıların ve görsellerin tüm hakları saklıdır.)