Bir anda hayatıma sızan bir güzel insan. Ona dost, arkadaş, yoldaş gibi sıfatları yüklemek anlamsız, çünkü kendisi de sıfatların ötesinde, yaşanmışlığa ve yaşadığı ana kafa yoranlardan. Son zamanların gözde televizyon dizisi Poyraz Karayel’de canlandırdığı Zülfikar karakteriyle, geniş kitlelerin sevgisini kazanmış ve insanların üzerinde ‘’onunla otursam da bir rakı içip dertleşsem’’ hissiyatı uyandıran, bu hissiyatın da hakkını verebilen, sohbeti derin, dolu, içten, bu devirde zor bulunan gerçeklikte biri, Celil Nalçakan…
Daha röportajın başında, adet yolunu bulsun diye, kendisine Celil Nalçakan dememe bile kahkaha atan, starlık gibi kavramlarla değil de, insanın özüyle ilgilenen biri olduğunu söylemek mümkün. Geçenlerde onu, katıldığı bir televizyon programında izlediğimde de en çok etkilendiğim şey, gerçekte nasılsa, ekranda da aynı Celil olduğunu görmek oldu. Dolayısıyla, sevenleri için ilk sorum, bence hepimizin kendimize sorması gereken soru oldu:
*Kimsin sen?
1978 yazında, Sivas’ta memur bir ailenin çocuğu olarak doğan, eğitim hayatıyla ilgili pek çok ızdırap yaşayan ama finalinde istediği işi yapabilecek kadar mutlu olan insanlardan biriyim. Şanstan ziyade, kadere inanırım.
*Kader dediğin rastgele bir şey mi?
Değil, iki tür kader vardır: Kader-i Mutlak ve Kader-i Muallak.
Kader-i Mutlak, senin alın yazındır, doğum ve ölümün gibi değişmez olan kaderindir. Kader-i Muallak ise senin tercihlerinle şekillenen, bilinmez kaderindir.
*İşte bu cevaplar seni sen yapıyor. Bildiğim kadarıyla inançlı bir insansın, tüm bu bilgilere nasıl vakıf oldun, ailenden aldığın eğitim mi, içsel yolculuğun mu seni bu noktaya taşıdı?
Bu büyük bir hediye. Annem, babam ve dedem de okumayı çok seven insanlardı. Sivas’ta, sobalı bir evde, binlerce kitabın arasında doğdum. Bu, Kader-i Muallak işte! O kitaplar orada dururken, okumamayı da seçebilirdim.
*Buradan nereye gidiyorsun?
Seçme şansını insan kendisi yaratıyor. Herkes bir Ferrari’ye sahip olmak isteyebilir, bense hayatımın geri kalanını, doğanın içinde, toprağa basarak geçirmek istiyorum. Çalışmalarım da bu yönde ilerliyor.
*Şu anki temponla bu mümkün mü?
Ülkenin heryerinde oyuncular var, illa İstanbul’da yaşamak gerekmiyor diye düşünüyorum.
*Sektörün içinde bulunmak, sana daha büyük Kader-i Muallaklar yaratmaz mı?
Tabii ki yaratır ama kariyerimi istediğim noktaya taşıdıktan sonra, nerede yaşadığımın önemi olmayacaktır. Bir rol benimse, gelip beni her şehirde bulacaktır. Ben de bu pozisyona gelmek için, elimden geleni yapmaya çalışıyorum.
ÇÜNKÜ KURAKLIK İNSANIN KALBİNDEDİR!
*Aslen seni buradan kaçırtan nedir?
Yaşama arzusu! Çünkü burada yaşamıyoruz, burada balçığın içinde kulaç atıyoruz. 35 yaşını geçtikten sonra, zamanın ne kadar kıymetli olduğunu anlamaya başlıyorsun, bu kıymetli zamanın çoğunu saçma bir trafikte geçirdiğin vakit, oturup düşünmeye başlıyorsun, burada ne aradığını…
*Bu ilişkileri de etkiliyor mu sence?
İlişkilerden yana kuracak bir cümlem yok, zira dünyanın en büyük aşkı ‘’Leyle ile Mecnun’’ bir çölde yaşanmış. İstanbul’daki ilişkilerin kurak olduğunu söyleyemem, çünkü kuraklık, insanın kalbindedir. Millet aşık olamıyor diye, İstanbul’u boş yere suçlamasın.
*Kariyerinle ilgili hayal ettiğin en büyük şey nedir? ‘’ Oynamadan ölmeyeyim ” dediğin bir rol var mı?
Ben o konuda teslimiyetçiyim, hakkımda hayırlısını diliyorum. Kapasiteyle alakalı değil ama cesaretle alakalı bir şey söylemem gerekirse, ben, bana biçilen her rolü oynarım. Çünkü benim mesleğim bu.
*Evrensel bir oyunculuktan bahsediyoruz o halde…
Şüphesiz!
*O zaman Türkiye’de olmak seni kısıtlıyor mu?
Hayır, tembelliğim beni kısıtlıyor. 38 yaşındayım, biraz daha çalışkan olsaydım, iki tane daha lisan öğrenirdim.
*Aile kuracak mısın?
Benim bir ailem var zaten ama ‘’evlenip baba olacak mısın?” dersen, baba olmayı çok isterim. Ancak sadece baba olmak için bir kadınla evlenecek kadar da karaktersiz olmadığımı düşünüyorum.
*Hayatındaki dönüm noktan Poyraz Karayel mi?
Hayatımda üç dönüm noktası var. Birincisi, Zeki Alasya’nın, babamı ikna edip, okula devam etmemi sağlaması. İkincisi, Sıla dizisine bölüm oyuncusu olarak gitmiştim. Gül Oğuz’un ‘’senden oyuncu olacak galiba’’ deyip, dört bölüm diye gittiğim dizide, beni sonuna kadar tutması ve beni yontması. Üçüncüsü de tabii ki Poyraz Karayel. Gerek yönetmenimiz, gerek senaristimiz ve gerek yapımcımızın, bana bir rolü emanet etmeleri ve bendeki yeteneği kısıtlamayıp, içimdeki canavarı çıkarmama sebep olmaları, büyük dönüm noktamdır diye düşünmekteyim.
*Herşeyin çok farkındasın ve samimisin, sence bu bir avantaj mı, yoksa dezavantaj mı?
Ben ve ait olduğum çevrem, magazinel değil. Gittiğim türlü türlü mekanlar, yerler de yok. Ben bir magazin figürü değilim ve öyle yaşamak istemiyorum. Böyle yaşamaktan mutluyum. Samimiyet haricinde bir hayat, beni çok yorar. Herşey bir yana, ben aslında çok utangaç da bir adamım. Kamereların karşısında başka birisiymiş gibi davranamam. Bu meslekte 14. yılım. Sabah setim varsa, erkenden evime gider, yatarım. Geri kalan zamanımda da, keyifli vakit geçirdiğim insanların sayısı bellidir. Onlarla gerçek bir hayatı yaşamayı tercih ediyorum.
*Çok dostun var mı?
İnsanları, arkadaş ve dost olarak sınıflandırırsak, zaten insanlara bir paye yüklemiş oluyoruz. İnsanlara, ne dostum olacak kadar ağır bir yük yüklemek isterim, ne de arkadaşım olacak kadar hafif bir yerde tutmak isterim. İhtiyaçlarla sınırlıdır bu. Bu sıfatların ötesinde yaşamayı seçiyorum. Ama ben insanlara ‘’ahbap” demeyi tercih ediyorum. Çok ahbabım da yok. Mesela en sevdiğim ahbaplarımdan biri Ahmet Kaya, hiç tanışmadık ama her dertli olduğumda, bana söyleyecek bir cümlesi oluyor.
*Kendini yalnız hissediyor musun?
Zaman zaman yalnızlığı sevdiğim oluyor ama yalnız hissetmiyorum. Çok okuyan insan, yalnız değildir. Şahane bir ailem ve ahbaplarım var, çok şükür. Ailem ve sevdiklerim benim için çok kıymetli. Egom yok o noktada…
*Hayır diyemiyor musun?
Söz konusu işse, diyebiliyorum ama sevdiklerime diyemiyorum.
*Oyunculuk peki?
Oyunculuk, çok kıskanç bir sevgilidir. Bir an onu boşladığını hissetsin, seni hemen aldatır ve kendini geri çeker. Kendime ihanet edebilirim ama mesleğime edemem.
*Oynamak mı, yaşamak mı?
Bunun ortak paydası, gözlem yapmak. Yaşadığını gözlersin, sonra da oynarsın.
*Hiç cepten yemiyor musun?
O şahane bir hikayedir. Bir gün, Sıla dizisinin yönetmeni Gül Oğuz, beni kenara çekti ve kalbimin üstüne vura vura dedi ki; ‘’ben senin kalbindeki oyunculuğu istiyorum, cebindekiyle beni kandırmaya çalışacaksan, defol git bu setten!’’
Ben, o gün bu gündür, kalbimden devam ediyorum.
*Aşk?
Şu anda çektiğim mesaj olsa gerek… Şaka bir yana, A, Ş ve K harflerinin yanyana inlemesi bence. Aşkın peşinde olmamak lazım, ben anlatamıyorum, anlatabilenlere ne mutlu, üzmeyelim onları da…
*Kafa Dergisi’nde ne kadardır, ne yazıyorsun?
İki aydır yazıyorum ama normalde 20 yıldır yazıyorum. Son 8 yıldır yazdıklarımı dosyalama işine girdim. Daktiloyla yazıyorum. Kafa Dergisi’ne her ay yeni yazı yazıyorum. Yazdıklarımı ‘’düz şiir” diye tabir edebilirim. Hayran olduğum 3 kişi var; Ernest Hemingway, Ferhan Şensoy ve Yaşar Kemal. Üçüyle beraber büyüdüm diyebilirim. Yazma konusundaki ihamımı onlara borçluyum.
*Korkuların var mı?
Uçaktan korkuyorum. Bir deney tüpünün içinde, onbin metreden aşağıya düşerkenki çaresizliği yaşamak istemediğim için korkuyorum sanırım.
*Nasıl ölmek istersin?
Allah’la pazarlık etmek istemiyorum. Dedemin vefatından sonra, dolaplarından giyilmemiş eşyalarını topladık. Ben böyle bir pazarlık yapmayacağım, yaşayacağım.
*Maddeyle ilişkin?
Sıfırın altında. Hiçbir zaman da olmayacak.
*Önünde yeni bir proje var mı?
Tiyatro var. İstanbul Halk Tiyatrosu ile Barut Fıçısı adlı oyunu çalışıyoruz. Yönetmeni Yıldıray Şahinler. Oyuncular: Erkan Can, Bahtiyar Engin, Yıldıray Şahinler, Ruhi Sarı, Ali İl ve ben. İki kadın oyuncu daha olacak, onlarla ilk provamız haftaya, o yüzden isimlerini henüz bilemiyorum.
*Seni tiyatro sahnesinde görmek çok güzel olacak, heyecanlı mısın?
NBA’e yeni seçilmiş bir basketçinin, aynı yıl, All Stars kadrosuna alınışı gibi hissediyorum. İstanbul Halk Tiyatrosu ile çalıştığım için çok mutluyum. Bence hata ediyorlar, beni almamalıydılar, koca koca adamlar nasıl böyle bir hata yaptılar anlamıyorum.
(Tam bu cümleleri kurarken, yanımıza Bahtiyar Engin geldi. Celil’e ‘’bunları yazmayayım” diyorum, ‘’asıl bunları yaz” diyor ve gülüyoruz. Bahtiyar Engin’den cevap: Tiyatro deli işidir!)
*Tiyatroya devam edecek misin?
Organik bağlar kurmayı seviyorum, o yüzden de köpekleri çok seviyorum galiba. Elbette ömür boyu tiyatro yapmak isterim. İstanbul Halk Tiyatrosu beni kovmadığı sürece de devam ederim.
*Merve Çaloğlu?
”Geç bulduk, tez yitirmeyelim” diyebilirim senin için…
İşte böyle, ey okur… Bence geç değil, tam da olması gereken zamanda buluştuk. Sanki nerede kaldıysak, oradan devam etti gibi muhabbetimiz. Sadece oyunculuk yeteneğinden değil, her türlü dış etkene rağmen koruyabildiği kalbinden dolayı, onu çok güzel yerlerde, daha çok uzun yıllar seyredeceğimize inanıyorum. Bu hayata anlam katıp, iz bırakacak insanları bulmaksa, benim için hayattan en güzel hediye.
Son söz olarak; O utangaç ama korkak olmayan kalbinden, anlatamadığın yerlerin samimiyeti ve özgürlüğünden öper, uzun ve güzel yollarda hayatımda kalmanı dilerim, sevgili Celil…
En güzel sıfatımızı hayat koysun, biz de diyelim ki ; Doğru!
Mutlak da bizim, muallak da…
Aşk’a uyanın, gerisi kolay…
MERVE ÇALOĞLU
(Yazıların ve görsellerin tüm hakları saklıdır.)