Oysa yerim kalsa ona da kırılırdım, parçalarım ufalanmıyordu daha fazla. Ezseydi içini rahat ettirircesine, yine ölmezdim. Erimekti asıl mesele, lakin o buz dağı ben değildim. Ve o beni umarsız sandı… Niyesi belki de şöyle;
Hissizleşmiştim… Dertsizlikten değil, onsuzluklardan, acımasızlıklardan, inatçı sevişlerden, görmezden gele gele gördüklerimin gölgesinde üşümekten, ısınmak için güneşi değil, tekrar ateşi seçmiş olmaktan, geçmişi yorgan edişlerden uykusuzluklar diyarında ve dahası, kendi ellerimle kenar oyası işlemekten yaralarıma… Suç işler gibi ördüm hepsini bir güzel. Taçlandırıyorlar şimdi her eyvallahta kalbimi. Orta şeridinde ömrümün, sessizleştim bu kez, dertten de değil dertsizlikten de… Sessizlik, en gürültülü nota, duyan arıyor, sinyal sesinden sonra mesajını bırakabilenler hep baş tacım. Gerisini bırakıp, hislerime sarılmakla akıyor yolum yine ve yine aşk benim! Seve seve ama bu kez inatsız. Sadece kolunu kanadını kırmayınca uçuyormuş ya aşk, çıkarttım ben de alçılarımı! Telaşsızım.
Kaldır kafanı göğe bak, yıldızların selamı var…
Anlatabiliyor muyum? Yaşayan anlar, kendini bulur, ”ne güzel de tarif etmiş, aynı ben” der. Bizde empati, ancak ve ancak bu yönde gelişiyor zaten. Başa gelince anlıyoruz birbirimizi. Oysa senin başına da, aynen benim başıma gelen şey gelmiş olsa bile, o ‘’anlıyorum” dediğin şey, yine empati olmuyor cancağızım. Aynı olayı senin yaşaman başka, benim yaşamam bambaşka. Ben olup, o olayı yaşadığını düşünüp, içselleştirebiliyorsan, empati konusunda başarılı bir insansın demektir. Anlayanı geçtim, dinleyen birini bulmak, çok kıymetli şey şu devirde. Hep bir kestirip atmaya, muhabbeti ‘’dur dur bak, bende de ne dertler var’’ alt metinli bir kendi derdine çeviriverme ustalığına ve ‘’amaaan canım, sen de fazla takıyorsun, ölümlü dünya’’ finalli bir sıfır zeka örneği monologlara maruz kalabiliyoruz. Kimse, hiçbir konuyu, gereğinden fazla takmaz, öncelikle buna bir açıklık getirmek istiyorum! (Getirdim) Herkes takması gerektiği kadar takar. Yaşanan olaylar, kişinin içinden çıkabildiği güne kadar devam eder. Çıkamadığı günlerde, ‘’takma” demek, beyinsizlik, egoistlik, cahillik, bencillik ve terbiyesizliğe güzel örnektir. Sen ‘’takma” dedikçe, benim sana takasım geliyor güzel kardeşim! (kafayı)
SEN ONU BENİM AVATARIMA ANLAT
Geçenlerde, ismi lazım değil biri, ”benim okuyacak vaktim yok” dedi. Kendine okuyacak, duymak için değil, gerçekten dinlemek için müzik dinleyecek vakit yaratmayan insanlarla çevrelenmeye başladık. Bunu diyen kişiyi, ne zaman girsem Facebook’ta görmem, vakitsizliğinin bir bahane olmadığını doğruluyor. Kendine ruhsal ve zekasal gelişimi için vakit ayırmayan insanların çokluğu, iletişimsizliği, anlayışsızlığı ve mumla aradığımız empatinin yoksunluğunu getirdi, doğal olarak. İletişimi, sadece ve sadece sosyal medya üzerinden yürütenlerin dünyasında, tüm dostluklar sadece ”Avatar”dır. Bir süre sonra, aslında dostunu değil, onun avatarını tanıyordur artık ama kişinin bunu farketmesi ve içinden çıkması git gide zorlaşır. Örnek vermek gerekirse, gerçi ben kendi köşesini yazan biri olarak, bir nebze de olsa özel hayatımla ilgili daha çok bilgi veriyor olsam da, genel olarak sosyal medya hesaplarımda, aşırı negatif şeyler paylaşmaktan, paylaşanları da takip etmekten kaçınırım. Normal hayatta da, sanal dünyada da ajitasyon, provokasyon ve şiddetin insanlığa verdiği zararı, artık benim anlatmama gerek yok diye düşünüyorum. Dolayısıyla elimden geldiğince kendimin ve takipçilerimin bilinçaltına, dinamit yerine çiçek ekmek, hobilerim arasında yer almakta. (Bknz. önceki yazılarım ve ”pozitif düşüncenin güçü” temalı tüm paylaşımlarım)
Kaç cümledir hala veremediğim örneğe geri dönersek; Çok güzel bir manzaraya baktığınızı düşünün, hemen o manzaranın fotoğrafını çekip, İnstagram’a koydunuz. Ne yazarsanız yazın, o anın güzelliğini ve sizin duygunuzu bire bir hiçkimse anlayamayacaktır. Belki de, o manzaraya bakıp, ayrılık acısı çekiyorsunuzdur, iflas etmişsinizdir, sağlığınız bozuk, kalbiniz kırık, kendinizden bezmişsinizdir. Hop hemen bir yorumla ‘’hayat sana güzel’’ deyiverirler be dostum. Ohhh yeah! ”Yok yaw, o kadar da güzel değil, fena bayıyorum aslında şu an” demeye utanırsınız, çünkü bulunduğunuz ortamda, kimsenin mutsuz olmaya hakkı yoktur. Hem gez toz, hem de küstah küstah sıkıl, hiç yakışmaz. Maazallah ‘’sen de canım sıkkın diyorsun, gez gez bir hal oldun” gibi katil edici cümleler duymanız da olası oluverir sonra. Aman diyeyim, dikkatli paylaş. İnstagram’da acı çekmek zor iki gözüm!
İyi madem, çekmiyorum, hayat bana güzel, ya herro ya Mervo! Madem ben bir avatarım, avatarlığımı bileyim 🙂 Yapmayın rica edeceğim, birbirinize bunu yapmayın. İletişim bu değil. Telefon var, daha da güzeli, yüz yüze konuşmak, elini tutmak, sesini duymak, gözünün içine bakmak var. Avatar olmayı bırakıp, yeniden insan olmak var. Sosyal medya bizi yutmadan, uyanıp, kendisini, biz istediğimiz için var olan oyun parkımız saymalıyız. Her dakika görüşemediğimiz arkadaşlarımızdan haberdar olabildiğimiz bir fihrist yerine koymalıyız, yerini bildirmeliyiz ona. Zaten kılım, üstü kapalı laf sokmalara da, arayıp söyleyememiş, isim vermeden orta yere yazmışların ezik krallığı gibi gözüküyor bazen gözüme. Oysa, dünyayla iletişimimizi sağlayan çok kıymetli bir icad kendisi, gelin görün ki, gereksiz yere dostlukları, empatiyi ve insani iletişimi öldürebilme yan etkisine de sahip. Bağışıklık kazandıkça, bu yan etkilerden kurtulacağımızı ümit etmekteyim. Birbirimize bakış açımızı, sosyal medya paylaşımlarımız üzerinden değil, yüz yüze konuşmalarımızın tesiri altında geliştirebildiğimiz günlere geri dönmenin vakti geldi. Unutmamak gerekir ki; Her yeni gün, yeni bir akım doğacak. Bazı mecralar eskiyecek, bazıları yenilenecek. Asla eskimeyecek olan tek şeyse, dostunun gözünün içine baka baka muhabbet etmek olacak. Onun tadından hiç yenmeyecek, hep yanında yatılacak. Gidin ve sorun bakalım dostunuza, aslında nasılmış?… O manzaraya sizinle baksın, selfieleriniz bol ve hayat herbirimize yeniden bayram olsun…
Yazımın başına dönmek gerekirse, o buz dağı da avatar! Beyninde yarattığının ötesinde bir yer var, ey okur. Sol tarafında atıyor, ona sor ve çıkart alçılarını, beraber uçun..
Anlayan, anladığı yerden sizindir, anlamayan da varsın sizi umarsız bilsin.
Empati mi arıyorsun? Kaldır kafanı göğe bak, yıldızların selamı var!
Aşk’a uyanın, gerisi kolay…
MERVE ÇALOĞLU
(Yazıların ve görsellerin tüm hakları saklıdır.)