”Bir daha Dünya’ya gelmek isterim” diyebilecekler parmak kaldırsın.
Hep doğru ve insana yakışır şekilde yaşamak için, daha çok sevmek, sevilmek, herkesin peşinde olduğu ama göz hizasına bakamadığı için bulamadığı mutluluğu aramakla kaçırdığımız hayatı, aslında tekrar yaşamak ister miydik? Hepimizin varmak istediği bir yer var, onun peşinde koşarken, varolanın tadını çıkartamıyoruz çoğu zaman, ne yazık ki…
Geçen gün, bir sohbette biri, ‘’ Ben bir daha Dünya’ya gelmek istemem’’ dedi. Söylemek istediği şu anki hayatından şikayet etmesiyle alakalı bir durum da değildi üstelik. Hep konuşulur ya, bir daha doğsam, falanca olmak isterdim, daha zengin olmak isterdim, şurda doğmak isterdim vs.diye.. İşte bunlar hep, varılmak istenen yerler ve olduğun kişiden memnun olmama halleri. Oysa düşününce, Dünya’ya tekrar kim olarak gelirsen gel, hayatı sil baştan yaşama düşüncesi, bir an, benim de tuhafıma gitti. Tekrar doğmak ister miydim?
Kendimden önce, etrafıma sormaya başladım, bir haftadır aldığım yanıtlarsa şu yönde:
Tüm zorluklarına rağmen sevdiği işi yapanlar (ki bunların çoğu sanatla uğraşanlar) ve sevdiği eşi kapanlar, oldukları yerden memnunlar ve tekrar yaşamaya cesaretleri var. Diğerleriyse, bir daha aynı filmi yaşamak istemiyorlar. Hayattan mı yoksa kendilerinden mi memnun değiller? Sorduğunda, hayatın zor olduğunu ve yorgunluklarını dile getiriyorlar. Tamam da, nedir insanı yoran? Para mı? Sevgisizlik mi? Kendini gerçekleştirememek mi? Parası olup mutsuz olanı da, sevgiye doyup yetinemeyeni de, başarısına başarı katıp tatminsizi de, mutsuz olmayı başarabiliyor. İnsan egosu, mutsuzluk için her türlü zemini hazırlamaya müsait bir mekanizma bence. Konuya hep kendinden yola çıkarak bakınca, sonsuz mutluluk arayışı, iğneyle kuyu kazmaktan öteye gidemiyor. Hepimiz için en tatmin edici şey, doğru anlaşılmakken, anlamayı unutuyoruz. Koca evrende, bir bütünün parçası olduğumuzu yok sayıyoruz. Ve Dünya, bizim eksenimiz etrafında döndükçe, her şey daha çok üstümüze üstümüze geliyor. Yoruluyoruz…
Ve filmin teması, klasik klişemizden ibaret oluveriyor: ”Hayat çok zor’’ yeni oyuncularıyla, her daim vizyonda!
Dün gece en yakın dostlarımdan birine sordum, ”sen tekrar doğmak ister miydin?” diye, düşünmeden ‘’evet’’ dedi ve ekledi; ‘’yaşam her şeyiyle çok güzel, etrafa bir baksana’’… İnsanlara, doğaya, yaşayan tüm canlılara ve hatta hayata karşı empatisini geliştirmiş insan, yaşamı kucaklamayı biliyor. Cesaret, bir şeylerden korkmamak değil, insanı ileriye taşıyabilen itici bir güçtür. Kendinden değil, resmin genelinden yola çıkıp bakınca, tekrar doğmamak için bir neden yok. Bana sorarsanız, hayatın, bizim tekrar doğmamıza da ihtiyacı yok. Ruhumuza katacağını katıp, kendisine de vereceğimizi alıp, döngüsüne devam ediyor. Sadece yaşadığın acılardan yola çıkarak, bir daha doğmak istememek, yaşadığın tüm güzel anlara ihanet gibime geliyor. Düştüğümüz en büyük tuzağın da burdan kaynaklandığını düşünüyorum. Geriye dönüp baktığımız zaman, aklımıza ilk gelen, mutlu anlardan ziyade, kötü anılar oluyor. Vedalaşmalıyız, belki unutmamalıyız ama affedebilmeyi öğrenmeliyiz. Birilerini, kendi kurgu dünyamızda, içten içe suçlamadan önce, onu daha önce nasıl ve neden sevdiğimizi de, adalet terazimize yeniden koymalıyız.
ŞEYTAN ALDI GÖTÜRDÜ!
Şundan eminim ki; Her şey ama herşey, olması gerektiği gibi oluyor. Nefes aldığın sürece, yaşam, tüm mucizesiyle akmaya devam ediyor. Çocukluğumdan beri, bir şeylere canım sıkıldığında, insanlardan duyduğum bir laf vardır;
‘’ sonunda ölüm yok ya’’ diye… İç rahatlatan ve telkin edici bir cümle olmasına rağmen, artık ölüm algım da değiştiği için, yaşamımı ölümle kıyaslayarak sürdürmemeyi tercih ediyorum. Gerekiyorsa canım da sıkılacak, ağlayacağım da, dibe vurup, çıkmasını da ‘’yaşayacağım”. Mutluluk dediğin, sürekli kahkahalar içinde geçirilen bir ömür değil, girdiğin savaşlardan, yaralarını sarmayı öğrenip, yine kendin olarak çıkabildiğin bir hayattır. Geriye dönüp baktığında, aştığın dikenli yollarla gurur duyup, yaşadığın güzel anlara şükrettiğin zaman, yorucu olanın hayat değil, kendi kendine düştüğün bir tuzak olduğunu anlayabiliyorsun. Hepimizin sonunda ölüm var zaten, uzun olan da bizzat kendisi. Yapacak bir çok şey, yazacak onca şarkım, sevecek bir sürü dostum, aşka bulanmış sonsuz bir kalbim varken, ”bir daha doğmak ister miyim?’’ diye düşünecek zamanım da dar benim. Doğduğuma sarılmak ve özgürce sonuna kadar ben gibi yaşamak, bence söylediğim en güzel şarkım. İçindeyim, farkındayım, hayatı olduğu gibi kabul ediyorum. İçimizdeki korkuların, varoluşumuzun çıkmaz sokaklarından gelen, bilinmeyen sesler olduğunu düşünüyorum ve bazen kulak verip, sonra tekrar kendi şarkımın sesini açıyorum.
Hep söylediğim ve inandığım bir şey var;
İnsan ruhu, tüm sonsuzluğuna rağmen, bir bedene hapsolmaya cesaret edebilmiş, en güçlü varlık bence. Bir sonraki formumuz ne olur, tekrar doğar mıyız, bilemem ama dünya bu forma hizmet etmek için, tüm mucizeleriyle mükemmel şekilde donatılmış durumda. Kafayı kaldırıp, gökyüzünün mavisini, akşam güneşinde salına salına giden bir geminin denizde bıraktığı köpükleri, sevgilinin elini tutarken hissettiğin rengarenk duyguları, yeni doğmuş bir bebeğin mucizesini görmeyi ve yaşamayı becerirsek, tüm ‘’Şeytan aldı götürdü’’ başlıklı mutluluk arayışlarımız son bulacak. Gözümüzün önünde duran bizim hayatımız, ne daha yukarıda ne de aşağıda. Çalan şarkı da bizim şarkımız, kısalım o frekansımıza karışan gereksiz sesleri…
Bu konserin bir dahası var mı, yok mu, mühim değil, şarkıyı bitirmeden alkışı duyamayız.
Evet, sonumuz ölüm garantili ama ”ölmek için yaşamak” değil, ”tekar yaşamak için, bin kez ölürüm” diyebilmekte asıl mesele.
Nefesinize güvenin, içinde saklısınız…
Aşk’a uyanın gerisi kolay…
MERVE ÇALOĞLU
(Yazıların ve görsellerin tüm hakları saklıdır.)