Canın acıyacağını bile bile dikeni tutmaktır cesaret ya da ‘’ bu diken’’ deyip, ona uzaktan bakmaktır temkin… Temkinli cesur olunamıyor. Bazısına tanımıyoruz diye ördüğümüz duvarları, yepyeni tanıştığımız bir başkası için yıkıveriyoruz. Aslında kim olduğunu, kuralların değil, doğru yer, doğru zaman ve doğru kimya belirliyor. Yeniden birini kendine anlatmanın üşengeçliği de, birden üstünden gidiveriyor. Anlatmıyorsun zaten, çözülüyor buzların, su olup akıveriyorsun. Geçmiş de, gelecek de sislere karışmış, sadece o anın tadını çıkartırken buluyorsun kendini. Yıllardır gördüğün İstanbul bile, sanki anına dekor oluveriyor, bambaşka bir ahenkle… Anlıyorsun ki, dikenin suçu yok, hatta cesaret edip tuttuğun için, sana kattığı çok. Şimdi buradasın, başka biri, seni sana anlatıyor, şeffaflaşmışsın. Acıların, sana sen katmış, cesur değilsen bile, artık korkacak bir şey yok. İşte, olduğu gibi yaşamak, geldiği gibi kabul etmek…
Şu kendini akışa bırakma meselesi, kolay iş değil, modern çağın moda terimi ‘’anı yaşa’’ !
İnsan, kendini tüm duygularıyla, olduğu gibi kabul etmeli önce ki, anı yaşasın. Geçen gün, saatlerce süren bir dertleşmenin sonunda, bir türlü kendine bile itiraf edemediği gerçeği, bir arkadaşıma söyledim. ‘’ Sen aşıksın! ”
İnkar etmedi ama yüksek sesle söyleyemiyordu uzun zamandır, söyledi, rahatladı. Artık aşık olmayı bile utanılacak bir şey olarak görmeye başlamışız, ‘’ kurtulmak istiyorum ” diyordu, onu güçsüzleştirdiğini savunuyordu. Oysa, tanıdığım en güçlü insanlardan biridir. Onu güçsüzleştiren aşk değil, kabullenemeyiş ‘’ evet aşığım, benim duygum, kime ne! ” diyememesi. ‘’ Dikeni tutacak cesarete sahipsin, güçsüz olmana imkan yok ‘’ dedim. Aşk, zaten bir zaman dilimi, yaşamaya bakmak lazım. Aşk için ölmene de gerek yok, ölünmüyor zaten, bir süre süründürebiliyor 🙂 Korkulan buysa, renksiz hayatlarımıza mantıklı ilişkiler kurarak devam edebiliriz, seçim bizim. Evlilik programları, sırf yalnız kalmamak için seceresini ortaya döken insanlarla dolu, emekli maaşına, evine arabasına göre hayat arkadaşı seçmeye uğraşan, sonu hüsranla bitmeye mahkum, çakma ilişkilere doymadık mı daha? Bu kadar arayışın içinde kim olduğunu bulmak ve anı yaşamaktan söz etmek imkansız değil mi?
HATIRASI YETER!
Bir de, ”bu yaştan sonra ne aşkı?” diyen, bir grup insan var. Aşkın yaşı yok ki… Varsa da, ilerleyen yaşların aşka daha yakışır yaşlar olduğunu gördüğüm örnekler bir o kadar güzel. Ölümle burun burunayken, ‘’yaşayacak günlerim sayılı, onu yaşamak istiyorum’’ deyip, hayatını birleştirenler bile var. Şimdi, kaybolan yıllarına koca keşkeler eklemiş ama bir o kadar mutlular. Bizim jenerasyonun haliyse vahim. Ya her kolda aşk aranıyor ya da vazgeçilmiş aşktan, birbirini yemekten öteye gidilemeyen, gereksiz bir savaş yaşanıyor. Bir ayrıl bir barış, bir yere varılamayan bir yarış… ‘’ Birşeyler eksik ilişkimde bulamıyorum ” dedi bir arkadaşım da geçen gün, eksik olan ‘’aşk” dedim, sustu. Bir yandan da, sonsuz aşkın peşinde koşup, hata üstüne hata yapanlar da var. Oysa aşk, sonsuz olmak zorunda değildir ama hatırası yeter. ”Ben bu adama/kadına böyle aşık olmuştum” diye anlatabilecek bir hikayeniz yoksa, en yakın arkadaşlarınız, sizin için daha değerli oluverirler. Hatta onlarla devirdiğiniz yıllar, başka türlü bir aşktır. Fiziksel çekimi tükettikten sonra, elde avuçta kalan bir sohbet yoksa, ‘’ birşeyler eksik ’’ diye hayıflanışımız, en güzel klişemiz olmaya mahkumdur ne yazık ki!
Siz hiç yanınızdayken bile özlediniz mi? Birlikte film izlerken bile, yanınızdaki varlığı içinizi titretti mi? Sabah uyandığınızda, aklınıza ilk gelen kelime, onun ismi oldu mu? Sonu nasıl bitmiş olursa olsun, şanslısınız! Hatırası en güzel armağandır hayattan . Bizi biz yapan, ruh heykelimize en güzel darbelerini vurup şeklimizi veren, böyle güçlü bir enerjiyi yaşamış olmaktır belki de. Hayıflanıp, ‘’ bir daha aşk mı? tövbe! ” demek yerine, ‘’ çok şükür yine aşığım ’’ diyebilmektir, anı yaşamak adına atılabilecek ilk adım. Günümüz teknolojisinin, kolay iletişim imkanlarından mütevellit faydaları bir hayli çokken, aşk üzerindeki tahribatı da bir o kadar büyük. Birini yüzyüze tanımak yerine, tüm sosyal medya hesaplarından takip edip, çıkan sonuçla kurulan sanal bağın, gerçek iletişimle de, aşkla da uzaktan yakından alakası yok ne yazık ki. Birebir enerjisini hissetmediğin şeyde kimya bulduğunu sanmak, kendi kendine bir aşk masalı yazmaktan öteye gidemiyor.Aşk üstüne en güzel şiirler, şarkılar, romanlar, hayal gücümüzü öldüren, herşeye kolay ulaşılabilir olan bu yaşadığımız çağdan uzak zamanlarda çıkmıştır. Çünkü düşünceleri özgür bırakabilmek için gerekli olan zemin, o zamanlarda varmış.
Aramakla da, pes etmekle de alakasızdır aşk, kapınızdan içeri giriverir siz hiçbirşey yapmadan. Yeter ki; kafayı ekrandan kaldıralım ve görelim. Kendi kendimizi bulup, anda kalabilmek, önümüze çıkanı olduğu gibi ve gerçek biçimde yaşayabilmek için, insanın da, aşkın da, yaprağına da, dikenine de, elimizle dokunabilmemiz dileğiyle… Kanarsa kanasın, temkinli ve sıkıcı bir hayattansa, en güzel heykeller gibi ince ince vurulan darbelerimizle şekillenip, doya doya yaşayıp, ölelim. Buzlarımızı çözen kalp atışlarını ‘’ like’’ lamayıp, kollarımızı açıp, sarılalım.
Aşk’a uyanın gerisi kolay…
MERVE ÇALOĞLU
(Yazıların ve görsellerin tüm hakları saklıdır.)