Bukowski’den Baydım

Hafıza, çok acayip bir mevzu, hiç ummadığın anda gördüğün bir nesne, mekan, ya da kişi, hatta duyduğun bir koku yaşadığını bile unuttuğun bir ana seni götürebiliyor. Hayat boyu hatırlamasan, yaşantında bir eksiklik olmayacağını düşüdüğün olayı bile depolayan beynimizin, bize ansızın hatırlatmak istediği şeylere dikkat etmek mi gerekiyor? Unutmak mı yoksa hatırlamak mıdır zor olan? Hiç kimse hatırladığı için hasta olarak kabul edilmiyor, hafıza kaybıdır tıbben hastalık olarak kabul edilen, ancak hatırlamak istemediğimiz acı olaylardan kurtulmak, herkesin büyük dileği. Bu hafta belli olduğu üzere, hafıza ile ilgili araştırmalar içine girdim çünkü nasıl olup da unuttuğumu bilmediğim olaylar ve kişiler karşıma çıktı. Önemsemediğim için günlük hafızamda yer etmemişler belli ki ama ana bellekte bir şekilde kodlanmış olarak durmaları da gereksiz yer işgali gibime geldi. Benim gibi herşeyin bir sebebi olduğuna inanan biri için HAFIZA heyecan verici bir konuydu, ordan yakayım dedim…

Bilimadamları, insanların yaşadıkları travmatik olayları ve büyük acıları tamamen silmenin mümkün olmadığını söylüyorlar ancak hissettirdiği duyguyu unutturmaya yönelik çalışmalara başlamışlar bile. İnsan beyni, ön, ana ve sosyal olmak üzere, üç ana bellek bölgesine sahip. Ön bellek, kısa süreli hafızadan sorumlu devlet bakanı, mevzunun önemine göre olaylar, ya yaşanmamışa dönüyor ya da sosyal ve ana belleğe doğru vatandaşlık hakkı kazanıyor. Sosyal bellek, psikoloji Dünya’mızın Cumhuriyeti, yaşanan acı olaylar, yiyilen kazıklar, sevgiliden ayrılmalar burada cirit atıyor ve aynı zamanda ana bellekte de bir güzel ”suyundan da koy” şeklinde depolanıyorlar. Dolayısıyla kötü olayları, hem sosyal hem ana bellekte, eşeği sağlam kazıklara bağlamanın gururuyla depoladığımızdan, hafızamızdan silmemiz oldukça zor. Mutlu hatıralarımız, şükür ki bunlarla aynı yerde depolanmıyor, dolayısıyla sol frontalde bulunan sosyal hafızayı etkileyen bir teknoloji icad edilirse, mutluluklarımıza değmeden, zihnimizde bize sıkıntı yaratan olayların hissettirdiği lanet olasıcalar, çekip çıkartılabileceklermiş, göreceğiz… Gerçi ben istemem, kendi işini kendi görsün, kafamda taşıdığıma değsin kerata 😉

Beynimiz, herşeyin zaman içerisinde üstesinden gelebiliyor, zamanı gelince hiçbir acı baki kalmıyor, eskisi gibi sızım sızım sızlamıyoruz. Sızlamak da bize birşeyler katıyor, acın varsa çekeceksin ki evrilesin çünkü dönüştüğün şey hayattaki sınavın. Ben, pek depresif bir tip değilimdir, hatta içi bayan arkadaşlarım, beni arayıp, enerji transferi yaparlar. Az evvel telefonda konuştuğum bir arkadaşım ‘’ ilk defa sesin bu kadar kötü geliyor, bir şey mi oldu? ’’ diye sordu. Çok şükür mühim bir şeyim yok, öylesine sonbahar mevsim saçmalamasının , belki biraz Merkür gerilemesinin, belki bir iki doğru insan olmaya doğru evrilememiş tipin etkisinin bezginliğiyle eve gelinen bir akşamüstüydü, o kadar.

Bazen olur, cümle kurmak ağzına zulüm gelir, canın hiçbir şey yapmak istemez, yaptığın da zevk vermez, baymalar diyarında bir garip yolcu gibi hissedersin. Hisset zaten, hep anlatmak istediğim mevzu da tam olarak bu; İnsanları sürekli ”mutlu olun” diye zorlayan düşünce sistemi safsatadır. Mutluluk, sebepsiz yere atılan kahkaha egzersizleriyle yakalanamaz, iç dengeni ve huzurunu ancak ve ancak sen bulabilirsin. Onu da sana, ruhun da bedenin de hafızan da açıkça söylüyor. Bugün için sıkılıyorsa, illa bunalımda değilsin, otur tavana bak ve hiçbir şey düşünme, zorla mutlu olmaya çabalamaktır insanı asıl depresyona sokan. İlaç sektörünü, kendi gücümüzü hafife alarak zengin yapan da bizleriz bence. Gencecik insanlar, Xanax’la büyük aşk yaşamaktalar. Yaşadıklarından kaçmak için, sosyal belleğe veriyorar gazı, oysa unutulacak aşk acısı, yine miyadını doldurunca unutuluyor. Yaşanan olayı, yarı baygın şekilde, Xanax’lı kafayla atlatmış olan dostlarımızsa, göğüs gerip, mücadelesini verip, paşalar gibi acı çektiğini kabul ederek daha güçlü çıkacağı savaştan, kimselere duyacak güveni kalmamış olarak, mülteci psikolojisiyle çıkabiliyorlar.

Merve Çaloğlu

AŞK VARSA SAĞLIK VAR DEMEKTİR…
Hafızanızı silmeye çalışmayın, yaşanan yaşanmıştır. Kişileri, mekanları ve zamanı bilerek isteyerek, elimizde olmayan olay ve davranışları da bir şekilde yaşamamız gerektiği için yaşıyoruz. Hafızamızın en büyük özelliği, ‘’ tekrar sistemi’’ ne dayalı çalışmasıymış. Bir kere gördüğümüz telefon numarasının, beynimizde yer etmesi zor ihtimalken, hergün tuşladığımız numaralar, yıllarca zihnimizden silinmezler. Bu sebeple unutmak isteyeceğimize, hafızamızda yer edecek insanları doğru seçmekte fayda görüyorum. Aynı hatayı bin kere yaptığın zaman, herşeyi sol lobdan beklememek gerekiyor, beyin bu, kaydeder. Beynimizde gereksiz yer işgal eden ne varsa bizim eserimiz, sosyal bellek denen çocukcağızın suçu yok. Ben, tüm duygusal hatıralarınızı, acı da olsa sevmenizi öneriyorum. Onları komple unuttuğunuz zaman, bunamış sınıfına giriyorsunuz. Alzheimer hastalarının, sürekli, kağıtları para diye saymaları ya da paralarının çalındığını iddia etmeleri, yani kafayı parayla bozmaları, materyalist Dünya’nın insan beynine ne kadar büyük hasar verdiğinin en büyük kanıtı bence. Tüm acılarını unutup, insanca duygulardan arınıp, kağıttan para yapmak yerine, çektiğiniz aşk acısına şükredin çünkü halen sağlıklısınız demektir. Aşk varsa sağlık var okurcuğum 😉

Pozitif düşünmenin, mutluluğun ve huzurun sırrı, bize ait olan tüm duyguları kucaklamaktan geçiyor. Haa ayrıca, acıdan ölünmüyor, büyünüyor (kesin bilgi). Gerçek bir gülümseme için içinizde tuttuğunuz gözyaşlarını arada salın gitsin, ruhunuz yıkanır, sonbahar temizliği olur. Tam da evde bayıp, sezon dizilerine göz atma mevsimindeyken, hafiften bayın zararı yok. Fazla Bukowski’ye bağlamadan, hepinizin zihinlerinden öper, hayırlı hafızalar dilerim.

Aşk’a uyanın, gerisi kolay…

MERVE ÇALOĞLU

[email protected]

[email protected]

(Yazıların ve görsellerin tüm hakları saklıdır.)