Aşk’a Vize Yok!

Ey su gibi akıp geçen zaman… Bugün, güzel bir dost sohbetinde, bir anda saate baktığımızda, 3 saat geçmiş olduğunu farkedip, nasıl geçtiğine dair şuursuzluğumuzu çözemedik. Bugünlük, sohbetin güzel akışından desek de öyle ya da böyle tüm sıkıntılara rağmen arkada bıraktığımız, bir fotoğrafa bakıp saymakta zorlandığımız yıllara, çoğu zaman inanamıyoruz. Kime sorsan, zaman hızlı akıyor artık. Bugün bir söz okudum, ‘’ya zaman da size bırakıyorsa?’’ diye… Sanırım artık işe bu ters bakışaçısından bakmak durumundayız. Evet, çözemediğimiz, çıkmaza düştüğümüz durumlarda, en güzel tedavi, zamana bırakmaktır. İlk günkü şiddeti, zaman azaltır, hatta en derin mevzuları bile, bizim için önemsiz kılar bir gün. Peki ya kaçırdığımız fırsatlar? Bir şans daha isteyen ilişkilerimiz? Küslüklerimiz? Onlar da zaman içinde tekrar karşımıza çıkıveriyorlar. Anlıyorsun ki, herşeyin ilacı bazen de zamandan ziyade, seçim yapma yeteneğimiz ve özgür irademiz. Ellerimizin arasından kayan, ne yaparsan yap tutamayacağın zamana karşı, insan iradesi ve yaşam enerjisi güneş gibi parlamakta… Nefes aldığımız sürece, bence insan, eğer farkındalığını arttırır ve teslim olmazsa, zamandan daha güçlüdür.

Öğretilmiş kalıpların, saçma sapan gururun ve korkuların sığ sularından uzaklaşmayı başardığımız noktada, durmaksızın akan zaman, lehimize işleyecektir. Zamanı durdurmak imkansız ama akışında istediğimiz gibi gezinebilmek, bizlerin elinde. Bugün, zamanda yolculuk olsaydı, birkaç günlüğüne geçmişte istediği bir yıla girip, yaşamak isteyen pek sevgili bir arkadaşım, ”ne kadar kıymetli zamanlar olduğunu şimdi anlıyorum o günlerin…” dedi. Yaşamadan tecrübe sahibi olunamıyor elbette. Ancak, bundan 10 yıl sonra da bu yılların güzel yanlarını unutmayacağız. Ne kadar büyük sıkıntılarla boğuşmuş olursak olalım, geçmişe dair hatırlanacak hep güzel bir şeyler bulmak mümkün. Öncelikle hızla ilerleyen teknoloji sayesinde kaybettiğimiz iletişim, görgü ve incelikleri, sonra da hızlı tüketime esir oluşumuzdan kaynaklanan insaniyeti özlüyoruz. Bir de kaybettiğimiz sevdiklerimiz, geçmişin dönülmez koridorlarında asılılar. İşte zaman da bu noktada bize bırakıyor. Yaşa, farkında ol ya da es geç diyor. Es geçmeyelim derim, asıl kıymetli olan, şu an. Geçmişe takılmanın bence fazla bir önemi yok, gelelim geleceğe: Çoğu ankette ve iş başvurusunda sorarlar ya; ‘’önümüzdeki 5 sene içinde kendinizi nerede görüyorsunuz?’’ diye, ütopik hayalleriniz yoksa (ki kimin neyi başarıp başaramayacağı kendinde biter), bence insan bunun cevabını biliyor ve bunun için elinden geleni yapıyor olmalı. Sorun nerede olmak istediğini bilmeyenlerde. Bence insan, ne isterse onu başarmaya gücü yeten bir varlık, yeter ki istesin ve çalışsın.

İsteklerimize de dikkat etmemiz gerekiyor, ”şunu yaparsam süper olur, şuyum olursa mutlu olurum’’ lardan ziyade, artık biraz nasıl hissetmek istediğimize odaklanmamız gerektiğini düşünüyorum. Trilyonları olup, büyük başın derdi büyük olur gerçekliğiyle, bir türlü çalışmaktan kendine vakit ayıramayan, stres ve mutsuzluktan ölen nice insan tanıyorum. Ya da tek derdi evlilik olup, 1 yıl içinde nasıl boşanacağını şaşıranlar…
Bir şeye sahip olduğunuzda hissettiğiniz haz geçicidir ama kendinizi iyi tanıyıp üzerine beden geçirilmiş bir ruh olduğunuzu farkettiğinizde, sizi gerçekten neyin mutlu edeceğini bulmaya bir adım daha yaklaşmış oluyorsunuz. Kişiler, eşyalar, olaylar hatta tüm istekler bile geçicidir, değişkendir ama ruhunuzu besleyen iç huzur dediğimiz şey için, geçmişle ve gelecek kaygısıyla alakalı görünmez bağlarımızı kesmek zorundayız.

Bizi esir alan hertürlü düşünce sistemi, toplumsal baskı, kendi kendimize yüklendiğimiz kaygılardan arınsak da arınmasak da, zaman akıyor ama biz içinde hafiflemiş şekilde süzülemiyoruz. Yaşadığımız modern çağ denilen stres yumağının içinde insanlar, kalabalıklaştıkça daha çok depresyona girmeye ve gerek danışman, gerek kişisel gelişim uzmanı, gerek terapist, psikolog hatta falcı gezip çıkış yolu arıyorlar. İşin ehli ve konusunda uzmanlaşmış insanların önünde saygıyla eğiliyorum ancak insanarın zaaflarından yararlanıp, kendi kendine hayrı olmayanların saatine binlerce dolar alıp, ümit tacirliği yapmalarından gına geldi. İnanç sistemini sömürüp, kuş tüyüyle şirket yönettirmeye çalışmalarından da sıkıldım. Önce, insanla insan gibi yaşamayı öğrensek, ölünce meleklerle yaşasak olmuyor mu? Mucizelere inanmak benim gibi bir şarkı yazarı için olmazsa olmaz bir şey kabul, ancak onu biz doğarken yaptık zaten. Hep diyorum, asıl mucize insandır, doğadır, evrendir. Meleklere de kalben ve ruhen inanıyorum ama kendilerini biraz rahat bırakalım bence, yaradılışımıza, insanın gücüne hakaret etmeyelim. Herşeyi meleklerden beklemeyelim 😉 Olumlama güzel bir şey, algıyı pozitifte tutmak, güzel hayaller kurup gerçekleşmesi için iyi niyetlerle çalışmak hepimizin yapabileceği bir şeyken, elin kendine hayrı olmayan, kendi yaşamının koçu olamamışlara, paramızı kaptırmayalım, hele etraf, okul çantası alamayan, karnı aç çocuk doluyken… Çocuk sevindirmek, önünüze tüm mucizeleri yığıyor (kesin bilgi)

KISA KOÇUN KARI…
İsmi lazım değil, yaşam koçu olarak bilinen, çok satan yazarlarımızdan biriyle, kendi isteği doğrultusunda bir çalışmam olmuştu. Kitabına bir şarkı bestelememi istedi, kitabının müziği olsun, o müzik, kitabını anlatsın istiyormuş. Ben de kitabı okudum, bende bıraktığı iz doğrultusunda sözünü müziğini yazıp, şarkıyı da bir güzel aranje ettirip stüdyoda okudum ve kendisine sundum. Şarkıya bayıldı, danışmanlık hizmeti verdiği mekanında kendisi ve bir takım ekip arkadaşlarıyla, konuyu projelendirmek üzerine bir toplantı yapmaya başladık. Sevgili, hiperaktif yaşam koçumuz, göz kontağı kurmayı beceremediği gibi, gözü sürekli önündeki bilgisayarda olup, koskoca kitabına yazdığım şarkıyı neden bu kadar çabuk beğendiğini bile anlatamadı ve sürekli lafımızı kesip, yanındaki asistanına ”bir dakika yaaa, satışlarım düşmüş bu hafta’’ diye, pop star edasıyla hayıflanmaya başladı. Karadeniz’de gemileri batmış olan yaşam koçumuz, maddiyatçı dünyanın, insanı ne kadar iletişimsiz ve sevgisiz kıldığını anlatmak için binlerce dolar karşılığı verdiği dersleriyle çelişiverdi ve bende toplantı o noktada bitti. İyi ki dışarıda bekleyen öğrencileri, kendisini o halde görmedi. Hocanın dediğini yap, yaptığını yapma derler, anlattığı şeyler halen güzel ama yaratmaya çalıştığın felsefeyi, kendi hayatına taşımıyorsan, bence aktarımın biryere kadar sürer. Ben, yine de yaratımıma katkısı olduğu için, şarkım adına kendisine minnettarım, hayatıma girişi hayalkırıklığı yaratmış olsa da, bana şarkı yazdıranlara teşekkürü bir borç bilirim, üzerimde kalmasın 😉 O zaman dilimi de bana şarkımı bıraktı ve gitti işte, ”kısa koçun karı” dedim ve geçtim 😉

Bu hayatı nasıl yaşayacağımıza, zamanın içinde nasıl süzüleceğimize, sadece ve sedece biz karar vereceğiz. Zamanımızı, kişisel gelişimimiz üzerinde durmadan çalışarak geçirmemiz gerekiyor elbette ki, yaşamımızın, aldığımız nefesin ne kadar değerli olduğunu sadece bilmekle kalmayalım, gerçekten de öyle yaşayalım. Bunun için gereken güç içimizde, onu bize ancak hatırlatanlar olabilir, açığa çıkartacak olan yine kendimiziz. 5 yıl sonra nerede olmak istiyorsak, o doğrultuda hareket edersek, zaten orada olacağız. 5 yıl sonra nasıl hissetmek istiyoruz, asıl ona kafa yoralım derim. Hatta şu an nasıl hissetmek istiyoruz? Herkes huzur ister, mutluluk ister, sevgi ister, aşk ister… Bunları, birşeyleri elde edersek mi kendimize layık görüyoruz? Ne kişilere, ne eşyalara, ne başarıya, ne de zamana ait değiliz. Aidiyetimiz, sadece ve sadece, ruhumuzda saklı. Vur patlasın çal oynasın bir ortamda bile, içten içe daralan ruhun ne istiyor ve bunun için ne yapıyorsun, hiç sordun mu kendine, ey sevgili okur? Yat yatağına, kapat gözlerini, dünü, yarını, geleceğe dair tüm kaygılarını, gereksiz kalabalığını durdur ve ruhunu hisset; o an neredeysen, oraya aitsin. Aşk’a vize yok, zamansız ve hayırlı uçuşlar dilerim…

Aşk’a uyanın , gerisi kolay…

MERVE ÇALOĞLU

[email protected]

[email protected]

(Yazıların ve görsellerin tüm hakları saklıdır.)