Vay Başıma Ne Aşklar Açtım

Tam iki yıl olmuş Uzak Yollar albümümü yayınlayalı, zaman ne kadar da hızlı akıyor, daha dün gibi… Yaşarken anlamıyoruz, hele müzik sektörünün içinde kendi işini yaparken, zaman mevhumun başka bir boyutta seyrediyor. Yine aynı ama daha yaş almış bir heyecanla, yepyeni bir doğum sancısını da dün itibariyle geride bıraktım, mutluyum. Kapalı kapılar ardında, kalabalık yalnızlığımla başbaşa, bir kağıt, bir kalem, bir de piyanomla kurtardığım Dünya’ları, şarkılarıma akıtıp, sonra da sizlere emanet ediyorum her defa. Şimdi aşk, yine tek kişilikten ziyade, sonsuzluğa uzanan köprüler kuruyor. Bir şarkı yazarı daha ne ister ki? Siz,”yeni şarkısı” diye dinlerken, ben daha da yenilerini çoktan yazdım bile, bir şarkı yazarı sonsuza kadar yazacak şeyi olsun da ister, ne mutlu üstüne bir de dinleyiciye ulaştırabilene…

Yazdıkça hafifliyor ruhum, yazdıkça anlam kazanıyor benim Dünya’m, kendine bir dışardan bakış adeta. Aşk mı? Aşk hep kişiye özel, karşındakinde kendini bulduğun noktalar ya da bulamadıkça aramaya devam edişlerin… Bir kez daha maruz kaldığım ‘’peki bunu kime yazdın?’’ sorusuna verecek cevabım yine kendimim. O aşkı yaşayan haline yazılır şarkılar, dinleyici de o yüzden başkasının şarkısında kendini bulur, çünkü o da öyle sevmiştir, öyle üzülmüştür ya da öyle mutlu olmuştur. O da senin şarkında kendini bulur ve işte aşk, bir şarkı olur o zaman, sonsuza dek yaşar.

Ne mutlu ki aşk, benim işim oldu şu hayatta. Bazen bir tiyatro oyununun en zor sahnesinde seyirciyle gözgöze geldiğim bir saniyelik dev anda, bazen ‘’uzak yollar’ı besteledikten sonra kendime gelmek için sahilde yürüdüğüm 3 saatlik zamansızlıkta, bazen bir konserimin en dokunaklı şarkısında, sahne ışıklarının arasından gördüğüm gülümseyen bir dost simasında, bazen kalemimin ucundaki ufak ama anlamlı bir sözde, bazen de piyanomun tuşunda takılı kaldı Aşk…

AŞK BENİM İŞİM !
Kimseye ihtiyaç duymadan, güçlü olma gerekliliğinin dayatıldığı bir Dünya’da, bir telefonla etrafı stadyuma kalabalığına dönüştüren kocaman kalpli dostlarım oldu hep, inadına. Çünkü Aşk Benim İşim’di ve hepsi inandılar, insanın başına benden sadece aşk gelirdi, sanırım bende bunu sevdiler. Ben de onlarda, paralel evrende kurduğum Dünya’larıma olan inançlarını sevdim. Adımı da dostlarım koydu benim; Müzisyen, tiyatrocu, yazar, piyanist, şarkıcı diye saymaktan ziyade Aşkçı deyiverdiler. Aşk’ı modası geçmiş, gereksiz, acı verici bulup, korkanlara inat, ‘’yürü” dediler bana. ”Uzak Yollar senin işin, unuttun mu? pes etme’’ dediler, dik yokuşlarımda… Pes etmezdim zira, yapımda yoktur pes ediş ama sevilmek nedir onu hatırlattılar bana, ben kırmızıları yakmış vitesi boşa almışken arada…

Kadının güçlü olmasını kaldıramayanlarla dolu bir Dünya’da, hem sanat yapıp, hem kendi işinin sahibi olmak kolay iş değil elbet, vazgeçtiğin ya da vakitsizlikten ertelediğin şeyler oluyor. Aşk’ı yazarken, aşk yaşayamaz oluyorsun. Sonra öğreniyorsun ki, kimse tüm çıplaklığıyla tanımlanmak istemiyor. Birine yazdığın şarkı bile, eleştiri etkisi yaratabiliyor karşı tarafta. Bundan uzun seneler evvel, ilk şarkı yazmaya başladığım dönemlerde (yaşım daha genç, yanlış anlaşılmasın, ilk bestemi 12 yaşında yaptım 😉 ), içimde tutmak istemez ve hemen ”sana şarkı yazdım” diye, dinletmek isterdim. Karşılığında bir tepki beklediğimden değil, sadece paylaşmak istediğimden yapıyordum bunu, ancak anladım ki, şarkılar kimseye ait değillermiş, kimseyle paylaşılamazlarmış. Taşıtması zor bir yük bile oluverirlermiş. Sonra zaman aktı yine farketmeden ve beni tüm bu yaptıklarımla sevenler oldu, hatta dilimi-notamı sahiplenenler.. Yani, alacak olan alıyormuş payını, senin sen olman yeterliymiş şu hayatta. Sen, sırra kalem bassan bile, okumak isteyen çözüyormuş…

Kendimi, tüm yazdıklarımla ve yaptıklarımla, olduğum gibi seven insanarda buldum ben, işte o zaman aşk, ‘’ben” oldum. Evet güçlüyüm, silahım da şarkılarım ama savaşmıyorum artık, aşk için savaşmaya gerek yokmuş, o seni buluyormuş. Orkestra içerde beklerken, konser provasını kesip ‘’yeni klibin hayırlı olsun’’ diye, mesaj atan dostun varsa, sen aşktan da güçlüsün demektir. Albüm yaptığı için ruhuna el Fatiha dediğimiz eski tanıdıklara inat, yine aynı sektörde olmana rağmen kendi işiymiş gibi tebrik tweetleri atan sonsuz ruhta dostların varsa, tek taşını değil, kaşıkçı elmasını sen almışsındır hayattan.

Evet, zaman çok hızlı akıyor, ölene kadar da şarkı yazmak istiyorum, bunun için elimde yeterli malzemeye sahip bir deli Aşkçıyım ben, kabul ettim kendimi her halimle. İşte ben, bu şarkıyı ve tüm şarkılarımı birine değil, böyle aşkla ve özgürce yaşayabilenler için yazdım, yazıyorum, ömrüm yettiğince de yazmaya devam edeceğim. ‘’Sen aşk için doğmuşsun’’ dedi, geçen bir arkadaşım. Bilemiyorum, belki de aşk bana doğdu, bana o da uyar. Ne aşklar açtım başıma, hükümsüzüm 😉

”Kalbime değip, şarkım olmuş herkese selam olsun…” diye imzalamıştım ”Uzak Yollar’’ kartonetini.. Bu kez, beni kısa duraklarımda soluklandıran ve çoğaltanlara armağan ediyorum. Aşk, hepimizin işi, yeter ki sahip çıkalım birbirimize!

AŞK BENİM İŞİM; Müziğe, üretene ve sanatın hertürlüsüne sahip çıkanlara adanmıştır, bu hafta müzik marketlerde, kitaptan hallice bir cd olarak sizleri bekliyor…
Ey sevgili okur, yeni proje sarhoşluğundan doğan, içimdeki yoğun şükran duygusunun göbeğinde, beni her hafta yazmakta olduğum bu köşeden takip eden sen de varsın. Evet sana söylüyorum, bana durmadan yazılarımla ilgili mail atan sen de aşk sebebimsin. Belki bir gün, seninle de şarkı olup, sonsuzluğa köprüler kurarız, kim bilir…
Dedim ya, ben Aşkçıyım, ya sen?

MERVE ÇALOĞLU

[email protected]

[email protected]

(Yazıların ve görsellerin tüm hakları saklıdır.)