Ateş Düştüğü Notayı Yakar (Müzisyene Mektup)

Yine karabulutların başımızın üstünde yeri var. Malum Ankara’da gerçekleşen hain terör saldırısı…(ŞUBAT 2016) Terörün hain olmayanı var mı, onu da bilmiyorum ama bu kez aynı lanetlemeleri yazmaktan da sıkıldık. İnsan herşeye alışıyor derler ya, cenaze namazlarına bağışıklık kazanmış durumdayız ne acı ki…

Toplumsal bilincimiz bile erozyona uğramış durumda, herkeste kelimelerin kifayetsizliğinden doğan bir nutuk tutulması ve derin bir sessizlik. Ateş, artık düştüğü yeri değil, etrafını da yakıyor. İlk mağduriyet, yine sanat tarafından kucaklandı. Az evvel, iptal olan konserleri dolayısıyla, kirasını ödeyemeyen bir müzisyen arkadaşımla konuştuk. Eskilerin alışkanlığı, yastık altında kefen parası tutma geleneği, tüm müzisyenler için olmazsa olmaz bir gereklilik artık. Kenarda köşede, ”terör dolayısıyla duran hayat’’ ihtimaline karşı, terör parası bulundurmak gerekiyor. Ancak, ne sigortası ne de garantisi olan bir meslek olma dolayısıyla, bizim ülkemizde bu mümkün değil. Müzisyen emeğinin karşılığını iş bitiminde, hatta bir kaç gün ertelemeyle aldığından dolayı, kenara para ayırabilmesi için, mutlaka ek iş yapıyor olması gerekmekte.

Eskiden, ‘’müzisyenim’’ dediğimde, ‘’ başka ne iş yapıyorsun?’’ başlıklı sığ sorulara oldukça öfkelenir, müzisyen olmanın nasıl böyle baside indirgendiğine dair hayretler içerisinde kalırdım. Oysa bu soru, soranın değil, sorduranın suçuymuş meğer. Önüne gelenin sanatçı ilan edildiği bir ülkede, çok da kızılacak bir soru değilmiş. Nereden bilsinler ki, müzik öğrenmek, bir ömür işi, nereden bilsinler ki, sadece armoni bilgisi için yıllarının eğitimle geçtiğini… İki dijital sesle şarkı yaptım diye ortaya çıkanların memleketinde, sen ‘’müzisyenim” dediğinde, komşunun manken kızı da müzisyen sayılıyorken, ne bu sorulara, ne de terör dolayısıyla duran meslek hayatına şaşırmamak lazım artık. Varsa paran, en dandirik şarkın, bazı müzik kanallarında günde 10 defa dönebiliyor nasılsa. Dolara endeksli bir düzenekte, nasıl müzik yaptığının önemi olmadan, başarını faturalandırabiliyorlar, ne ala memleket! Sen, bunca yıllık müzikal birikiminle, yaşanmışlıklarınla yazdığın şarkılara paha biçemezken, senin kariyerinin ederi, bazı kanalların günlük döndürme tarifesiyle eş değer. ”Müziği değil terörü sustur” diye çırpınışlarımız da nafile bu durumda. Terörün alası, birilerinin damarlarındaki anemide mevcud, her daim!

Yanlış anlamayın sakın, kızmıyorum da artık… Bir şeyin değeri, karşı tarafın gösterdiği ya da göstermediği hassasiyete göre değişmez, biliyorum. İnsan, ancak kendi değerini kendi biçer, kendindeki yeteneklere, ancak kendisi sahip çıkarsa çoğalabilir yarınlara doğru. Tabii ki kırılıyorum, onlarca yetenekli müzisyenin hiçe sayılmasını, potansiyellerini gösterecekleri mecraların bedelinin ”bilmemkaçbin artı KDV” oluşunu, hertürlü saçmalığın adının ‘’sistem böyle’’ diye konulmasını dehşetle izliyorum. Nerede bir yetenek, bir ışık görsem, bunu açığa çıkartabilmek için tüm kalbimle cesaretlendirmek isteyen bir yapım vardır. Çünkü sanat, insana ve hayata anlam katan en büyük mucizedir. Bu mucizelerin gelişmesi için ortaya çıkartılmaları olmazsa olmaz bir gerekliliktir. Ancak böyle gelecek kuşaklara katkımız olacaktır.

Gelin görün ki, geleceğimize bile fatura kesilmeye kalkılmasına hangi şarkıyı yazsam nafile. Geçenlerde bir toplantıda, bir işin ehli ve yaptıklarımı aslında çok beğendiğini söyleyen bir arkadaş, ‘’ sizin akademik bir müzik anlayışınız ve akademik bir çevreniz var, dikkatimi çekiyor’’ dedi. Düşününce, müzisyen dediğinin zaten, akademik eğitimi olması bir gerekliliktir, buna şaşırmak ve beni elitist sınıfına koymak, aslında bunu söyleyenin değil, bu işi hiç bilmeyenlerin de yaptığı ve kıymet gördüğü bir ‘’sistem’’in içinde olduğumuzun itirafıydı. Klasik kökenli bir müzisyen olmama rağmen, şu anda piyasa sunduğum şarkılar popun alası da olsa, yaptığı işin ne olduğunu biliyor ve iki lafı bir araya getirip, ne yaptığını anlatabiliyor olmak bile ”akademik elitist kişilik” olarak algılanıyorsa, ayrımcılığı ben değil, eğitim sistemimizdeki çöküş yapıyor demektir. Ve ben, yine kızmıyorum, sadece ve sadece üzülüyorum halimize söylenecek vahlara… Gerisi mühim değil, çünkü asıl krallık ben ve benim gibi bu işe hayatını koymuş tüm yetenekli arkadaşlarımın kalbindeki sonsuz notalarda gizli, değerini ben biçemem, sadece ve sadece dinleyici biçer. Ulaştırma hakkımızı elimizden alanlar utansın da demiyorum, çünkü hiçbir terörist yaptığı eylemden utanmaz.

Sanatın kafasına gözüne atılan bombalar da, yaşadığımız bu dijital çağda tez zamanda son bulacak, buna eminim. İşte bu yüzden pes eden tüm yetenekli arkadaşlarıma çağrım, neden ve ne için pes ettiklerini bir daha düşünmeleri yönünde. Müzik, ancak siz pes ederseniz susacak, bugün yeterli reklamı yapacak paranız olmayabilir ama bilin ki en büyük hazine içinizde kaynamakta olan yeteneğinizdir. Onu da susturmaya ölümden başkasının gücü yetmez.

Merve Çaloğlu
Merve Çaloğlu

MÜZİĞİ PARAYA SATMAK YA DA SATMAMAK…
Unutulmamalıdır ki, müzik önce notalarla sonra da yaşanmışlıklarla vücud bulur. Doğru nota basmakla, notayı nasıl bastığın arasında fark vardır. Nasıl bastığın, yıllar içinde edindiğin tecrübeler ve duygu yönetimindeki olgunlaşmaya endesklidir. Yaratım süreci de aynı şekilde işler. Olgunlaştıkça kurduğun cümleler daha kısa ama daha anlamlı olmaya başlar. Demek istediğim, sanatçının lehine işleyen tek şey zamandır. Zaman kaybediyorum zannederken, bohçana yeteneğinden süzülen tecrübelerini doldurursun. Hayalkırıklıklarınızın bile sizin faydanıza olduğu eşsiz bir mesleğe sahipken, tüm anlamsız, şekilsiz, münasebetsiz hatta küfür ettiğiniz ‘’sistem böyle’’ lere teşekkür edin ve işinize devam edin. Ben öyle yapıyorum, ”işin çok zor’’ diyenlere, ”evet çünkü müzisyenim ve bu bir hediye’’ diyorum. Hekeste olmayan meziyetlerinizin bedelini parayla almaya çalışanlara gülümseyerek cevap verin. Çünkü onların da suçu yok, birileri olmayan yeteneklerini ancak parayla satabildikleri için, (artık gazetelerde de yazdığından dolayı yazmakta sakınca görmüyorum) saniye satın alıp yılların radyosunda kendilerini para karşılığı yayınlattıkları için, ‘’sistem böyle’’ ler gerçek müzisyenlerin güzel beyinlerini yorup, ruhlarını kirletmekten başka hiçbir işe yaramazlar. Alan memnun veren memnunsa, o sistemi bu hale getiren komşunun güzel kızlarının keselerine bereket. Allah daha çok versin, daha çok satın alsınlar, sizdeki yeteneğe asla sahip olamayacaklar. Şimdi kim mi sanatçı? Orasına da bırakın dinleyici karar versin. Maksat krallık kurmaksa, tüm tahtlar işi bu hale getirenlerin olsun. Bizim kafamızda takılı olarak doğduğumuz tacımız; notamız, enstrümanımız, şarkılarımız ve bitmeyen yaratma aşkımızdan ibarettir, ey sevgili müzisyenler…

Bir gün, bir sofrada, kıymetli müzisyen büyüğüm İsmail Soyberk şöyle demişti: Müziğimi asla paraya satmadım!

Her zaman söylerim, ‘’ederiniz değil, değeriniz olsun’’ diye… Bırakın değerinizi krallıklar değil, aşkla çarpan kalbinizle yaptığınız işe inananlar bilsin. Zira en büyük terör, kendi içimize döşemelerine izin verdiğimiz, yalan dolan ‘’sistem böyle’’ mayınlarına, kendi ayağımızla bastığımız gün başlayacaktır.
Ben medeniyetim, ya siz?

Aşk’a uyanın, gerisi kolay…

MERVE ÇALOĞLU

[email protected]

[email protected]

(Yazıların ve görsellerin tüm hakları saklıdır.)