Dediklerine göre, son 10 yılın en sıcak kışını yaşadık, arada kar yağsa da bir hırkayla sokağa çıkabildiğim nadir Şubat aylarından biriydi. Yine de psikolojisi ve enerjisi itibariyle bir kışı daha geride bırakıyoruz, yüzümüzü bahara döndük ve hepimiz, yeniden açan çiçeklerin etkisiyle, üzerimizdeki yükleri atmaya hazırlanıyoruz bir kez daha…
Mevsimlerin insan yaşamındaki etkisi geceyle gündüz kadar nettir. Düşüncelerimiz de değişen ruh halimizle doğru orantılı olarak, bahar dallarından hallice olmaya aday, bu baharda da…
Işığın üzerimizdeki kaçınılmaz etkisine de saygı duymamak elde değil, zorla da olsa, çekip çıkartıyor insanı kör kuyulardan. Oysa bunu kendimiz de başarabilmeliyiz. Evrende herşeyin enerjiden oluştuğunu artık bilmeyen yoksa, kendi enerjimizi görmezden gelmemiz ve kendi yarattığımız dramaların içine düşmemiz, sadece ve sadece kendi tercihimizdir. Sürekli, ”ne yapıyorum, amacım ne, aslında neyle mutluyum, nerede olmak istiyorum, benim derdim nedir, ölüm mü var canım sonunda?” diye soramadığımız takdirde, küçücük ama bize göre dev dünyalarımızın altında ezilmek kaçınılmaz sonumuz. Tam da ”yaptığım şeylerin farkında mıyım, keyfini çıkartabiliyor muyum?” diye sorguladığım bir hafta geçirirken, karşıma çıkan mevzular da evrenden birer cevap niteliğinde oldu, çok şükür…
Bir kaç gün evvel bir röportajda ‘’bu kadar şeyle uğraşmak yorucu olmuyor mu?’’ diye sordu bir gazeteci arkadaşım. Durdum ve düşündüm, evet hepsini severek yapıyorum, zevk aldığım için, hayata anlam katmak için sanatçı olmayı seçmişim, ne mutlu bana.. Oysa kazın ayağı, profesyonel hayatta öyle olmamaya başlıyor. Bir koşuşturmanın içinde, günler ve programlar birbirini kovalarken, hedef koyup yaptığın şeyin, farkına bile varamayabiliyorsun.
Çünkü sonraki hedefine doğru yol almışsın bile. Durmamak ve devam etmek ‘’Uzak Yollar’’ diye albüm yapmış birisi için, anormal bir durum değil ama arada bir soluklanıp, yaptıklarının farkına da varmak gerekiyor. Geçen bir arkadaşım aradı, ”koşturmacandan yeni single’ı bile kutlayamadık” dedi. ”Çok işim var, şunlar bir bitsin hemen” dedim, ”ohooo ! o zamana kadar, sen yeni albümü bitirmiş olursun’’ dedi 🙂 Bir de baktım, at yarışından hallice, güya hayata anlam katıyorum, bravo bana!
Durun daha bitmedi, hayatın hatırlatmaları bitmez! Mesajı alabilenin karşısına, durmadan tesadüf gibi görünen olaylar çıkartır. Neyse ki hala şanslıyım, mesajları alamayacak kadar dört nala koşmuyorum. Dün, kendisini tanımaktan çok mutlu olduğum bir radyocunun programına konuk oldum. Bu güzel insan, küçük yaşta çocuk felci geçirmiş ama inanın ”onun yanında, hepimizin ruhları felç geçirmiş durumda” diye düşündürten bir yaşam enerjisi var.
Okumadığı okul, yapmadığı iş, ilgilenmediği güzellik kalmamış bir rol model, karşımda durmuş bana ‘’hayat ne kadar da güzel değil mi?’’ diye sordu. Evet, tüm haftamı kendime bunu hatırlatmakla geçirmiş olduğumu bilmeden, bir mucizeye imza attığının farkında olmadan, sorduğu soruyla, bana cevabı buldurttu. ‘’Hayat’’, gerçekten de olduğu gibi, hiçbir şey yapmadan da güzeldi. O anda, o radyoda bulunmam tesadüf değil, hayattı. Farkındalığıma indirilen tokattı. Her gün, yeniden doğabileceğimize dair bir kanıttı.
Bir kez daha anladım ki, ne yazı, ne kışı, ne baharı farketmiyormuş, gerçekten insan olmak neymiş ve ”hayat aslında tüm güzelliğiyle karşında nasıl duruyormuş’’a uyandıktan sonra… Artık imzam olan ‘’Aşk’a uyanın, gerisi kolay…’’ da, işte tam bu bakış açısından geliyor.
Bunu da buraya bırakayım, artık bu mevzu da kapansın 😉
HAYAT NE KADAR DA GÜZEL DEĞİL Mİ AYKUT EFE?
Sosyal sorumluluk projelerine karşı, isminden kaynaklı bir antipatim vardır hep. Çünkü içeriği ile ‘’sosyal sorumluluk’’ diye adlandırılmış olması arasındaki fark, beni benden alır. Keşke adına ‘’Empatiye Dönüş’’ gibi birşey konsaymış. Proje denince, daha soğuk, daha yapana ait bir iş dalıymış gibi geliyor kulağa. Keza yapandan ziyade, başka insanları da duygusal olarak etkilediğini düşünmüyorum.
Uzun uzun meseleyi anlatmadığın sürece de, zaten okumaya üşenen bir toplum olarak, kağıt üstünde projelendirilmiş haliyle kalakalıyor ve amacına ulaşmıyor hiç bir ‘’proje’’!
Hangimiz sorumluluklarımızın bilincindeyiz ki, başkasının projesinin sorumlusu hissedelim, değil mi ama? Hayat zaten zor, bize ne başkasının acısını projelendirenden? Üstüne bir de, laf olsun diye, bağış topluyor ayağına, kendini ön plana çıkartanların memleketinde, hangi sosyal sorumluluk projesi işe yarasın? İçinizi karartmak değil amacım, herkesin acısı kendine elbet, ancak etrafta olup bitene göz ucuyla bile bakmazsak, az evvel de dediğim gibi, o küçücük ama aslında dev dünyalarımızın altında, kendi kendimizi ezeceğiz. Sosyal medyamda koyduğum havalı bir fotoğrafın altına aldığım ‘’like’’lar, pek hoş, pek mutluluk vericiyken, yaşamın kıyısında gezen ama hepimizden daha çok hayatın güzelliğine uyanmış bir kardeşimizin, ilik nakli için yazdığı gayet açık, acitasyondan uzak, basit ve gerçek bir yardım çağrısına olan paylaşımıma gösterilen ilginin azlığı, bencilleşme yolunda katettiğimiz mesafeyle, rekorlar kitabına girebilir. Sözüm, görmemiş olanlardan dışarı, hala fazla ‘’repost’’unuz varsa, seve seve alırım. ‘’Canım, bunca lösemili çocuk varken, niye taktın şimdi ona?” diyenlere de, ‘’siz de haklısınız” diyorum. Lakin takmadım, karşıma çıktı, paylaştım, elime de yapışmadı 🙂
Dünyada milyonlarca insan var, elbette hepsine bireysel olarak yardım etmek imkansız ama Aykut Efe’nin özelliği şudur ki; Hastalığıyla ilgili sadece kendine değil, bir tüp kan bağışı karşılığında, belki de başkalarına da umut vaadedebileceğinize dair, kendi derdinden öte bir çağrıda bulunuyor. Bu da bence, kaç paragraftır anlatmak istediğim şeyin, hepten evrimleşmiş bir halidir. Sosyal Sorumluluk Projeleri ya da benim daha insani deyimimle, ”Empatiye Dönüş’’ e en güzel örnektir.
Hayat ne kadar da güzel değil mi Aykut Efe? Kendisini tanımıyorum, tesadüf değil ‘’hayat’’ sayesinde sosyal medyamda gördüm dün gece. Eminim ki tanışsak, ‘’evet hayat çok güzel’’ cevabını, o hiç bitmeyen derterimize inat, suratımıza patlatıverirdi. Herşeye rağmen gülümseyen suratıyla, bir an önce aradığı iliği bulacağından eminim. Ben de gidip Kızılay’a, bir tüp kan vereceğim, dilerim farkındalık yaratmak adına faydam olur.
Konuyla ilgili olarak yazdığı paragrafı da daha aydınlatıcı olması niyetiyle paylaşmak isterim:
”Lenfoma adında bir kanser hastalığına yakalandım ve bana lazım olan İLİĞİN bulunabilmesi için sizlerinde yardımına ihtiyacım var.Yapmanız gereken tek şey, KIZILAY’ a gidip, ”ilik bağışında bulunmak istiyorum” demeniz(sizden karşılığında bir tüp kan alınacaktır). Kurum olduğu için, kişiye özel bağış yapılmasa da, her gün yapılan taramalardan dolayı, iliğinizin bana uyup uymadığı anlaşılmaktadır. Belki de bu vesile ile bana niyetlenip, isterseniz başkasının da canını kurtarabilirsiniz. Herkese şimdiden teşekkürler. LÜTFEN PAYLAŞALIM. AYKUT ‘’…
İşte böye sevdiceklerim, kendisine direkt ulaşmanıza bile gerek yok ama dilerseniz sosyal medya hesaplarından, hayatın ne kadar güzel olduğuna dair bilgi almak amaçlı incelemelerde bulunabilirsiniz.
İnstagram: @ayktefe10
Twitter: @EfeAykut
Facebook: facebook.com/ayktefe10
Hashtag de şöyledir: #AykutEfeİçinİlikArıyoruz
Yazımız da, kışımız da, baharımız da içimizde biryerlerde, yaşanmayı bekliyor. Olduğumuz gibi güzeliz zaten, yormayın güzel kafalarınızı sanal zorluklarla. Sadece bize kim olduğumuzu hatırlatan, adına tesadüf dediğimiz hayatın mucizesine, gözümüzü de, kulağımızı da, kıymetli sosyal medya hesaplarımızı da ve en önemlisi kalplerimizi de dört açarsak, çözülecek mevzu…
Allah ruh felcinden korusun hepimizi. Hayat ne kadar da güzel değil mi sevgili okur?
Ben ‘’Yediveren’’im, ya siz?
(NOT: BU YAZIDAN 2 AY SONRA ARADIĞIMIZ İLİK BULUNDU VE AYKUT İLİK NAKLİ AMELİYATINI OLDU, ŞİMDİ YENİ HAYATI İÇİN GÜÇ TOPLUYOR 🙂 )
Aşk’a uyanın, gerisi kolay…
MERVE ÇALOĞLU
(Yazıların ve görsellerin tüm hakları saklıdır)