Korkunun aşka faydası yok (Bir)
Denize düşünce yılana sarılma, kulaç at (İki)
Sezen hala yaşıyor, aşk için ölme (Üç)
Yalan dünya (Tıp) …
Ne mi diyorum? İnan sevgili okur ne diyeceğimi ben de şaşırdım. Bugün yakın dostum Efe, hala aşık öleceğime inandığını söyledi, çok şükür. Zira şu ara herkes, sokakta havaya uçarak ölmekten korkuyor. (2017-Türkiye)
Ben bu köşeyi, gazeteci edasıyla, haftaiçi olan olayların analizini yapmak için yeşertmedim, bilen biliyor. Elbette yaşadığım topraklarda olan bitenden bahsedecektim ama asıl meselemiz aşktı, müzikti, sanattı… Sorunlardan bahsetmekse mevzu, bu konulardaki ahkam kesmelerime zevkle devam edecektim. Edeceğim de ancak ister istemez, tanıklık ettiğimiz tarih, oldukça kanlı şu sıralar. Artık hafızam bile beni yanıltmaya başladı. ”Geçen hafta neresi patlamıştı?” diye, bir iki saniye düşünürken yakaladım kendimi, bu akşamüstü. Hatta cümleyi devam ettirebilmek için, şimdi de bir durdum, zira yeni yıla geçen hafta mı girdik, onu bile oturtamadım kafamda, kısa devre yapıyorum anlayacağınız, ekrana dokunmadan okuyun, çarparım 🙂
Zor bir yılı güzel temennilerle geride bırakmaya hazırlanırken, yeni yıl gecesi olanların şokuyla, serotonin arayışı içerisinde, unutulmaz bir başlangıç yaptık haftaya. Derken, hafta ortasını bulduk ve İzmir’de bir terör saldırısı daha oldu. Yarın ne olacak, bilemiyoruz. Bu geceyse, tüm pislikleri örtercesine kar başladı istanbul’da, üzüntümüze maske taktık, kartopu oynuyoruz şimdi. Algımız değişiyor yavaş yavaş, herşey o kadar hızlandı ki, acılar da, mutluluklar da aynı hızla akıp gidiyor. ”Aslında hiçbir şeye o kadar da üzülmeye değmez” diyoruz artık, içten içe… ”Ölüm var, sarılalım kafası” en ummadığım ağızlardan bile dökülür oldu. Terör, aşkı da provoke etmeye başladı böylelikle, nasıl mı? Buyurun başlayalım:
Geçen akşam, bir kız arkadaşım, kendisine yamukluğun kralını yapmış eski erkek arkadaşına mesaj atıp, ”seni seviyorum” demek istediğini söyledi bana, telefonda. Ölüm varmış, saçmaymış… Saçma tabii küslük dediğin şey, ölüm de var elbet, hep vardı, terörisler icad etmedi ölümü, katkıları büyük şu ara, o ayrı ama bu, yamuklukları düz görmemiz gerektiği anlamına gelmiyor. Yamukluğu da yamukluk olarak kabul etmeliyiz. Bırakın hayat düzeltsin yamuk olanı. Ölüm var diye barışılmaz. Asıl, yaşam var diye, küsme raddesine gelmemeyi, birbirimize yamuk yapmamayı öğrenmemiz gerekiyor. Terörün aşk hayatlarımız üzerindeki algı yönetimi de bu şekilde anlayacağınız. Yani ‘’kıymet bilme kafası”, terör ve yarattığı ölüm korkusundan mütevellit masum olan tarafa gelince, aşk yine kurşuna diziliyor. Yani, madde bir; Korkunun aşka faydası yok, saçmalamayalım. Madde iki; Denize düştük diye yılana sarılmayalım, iki kulaç sonrası kıyı, biraz gayret. Öleceksek de öleceğiz, aşkın da ecele faydası yok. Yeterince kafa karıştırdıysam, devam edeyim…
BİR İKİ ÜÇ TIP!
Aşk öldüren bir şey değil, biraz süründürebilir ama başa çıkılıyor nihayetinde. Bana sorarsanız, aşk için ölünmemeli zaten, kendisi için yaşanmalı. Yaşayabilen ve yaşatabilen birilerini bulun derim, madem terör var, olmayacak dualarla vakit kaybetmeyin. Yaşayabildiğiniz kadar güzel yaşamak için, size ızdırap vereni değil, hatırasına yakışabilecek olanı seçin, madem terör var. Hatırladıkça yüzünüzü gülümseten kişilerdir, birlikte hayatı yaşamaya, paylaşmaya değer olanlar. Unutmamamız gerekiyor ki, evrenin muazzam bir sistemi var, hepimiz de onun birer parçasıyız ve herşey olması gerektiği gibi oluyor. O ”üzülmeye değmez” dediklerimize bile üzüldüğümüze değiyor, inanın. Çünkü şekil alıyoruz, kendimizi buluyoruz. Terör ve yaşattığı acı kayıplarımızla yüzleşiyor olmak, bize yaşamın kıymetini yeniden farkettirdi sadece, zaten farkında olmamız gereken şeye, yeni ayılıyoruz belki de ama ölümlü varlıklar olduğumuzu bu denli düşünmek, herşeyi anlamsız kılmaya başlamamalı. İnsan olmayı bu kadar özel kılan şey, işte tam da burada yatıyor bence. Bir gün öleceğini bile bile yaşamak, çalışmak, didinmek, üzülmek, sevinmek, başarmak, düşmek kalkmak, son saniyemize kadar pesetmeden yaşama tutunmak… O zaman madde üç; Gücünü kendi içinden böylesine alabiliyorken insan, Sezen bile hala yaşıyorken, aşk için ölme, yaşa. Aşk, yaşanınca aşk!
Tüm kirliliği örttü kar adeta İstanbul’da, sosyal medya hesaplarımız da ruhumuz da, zihnimiz de bir nebze olsun beyazlaştı. Karartma günlerine umut olsun doğa. Tuhaf da bir sessizliği var örtüverdiği vakit etrafı, gereksiz gürültüleri de yok ediyor mucizesiyle. Biraz duralım öyleyse, biraz susturalım aklımızdan geçenleri. Ne olanı değiştirebiliyoruz, ne de başa çıkabiliyoruz şu sıra olanlarla madem… Kollarını açan doğaya teslim olalım. Kim ne demiş, yarın ne olacakmış, ölümmüş, yaşammış, aslında hepsi yalanmış. Şiddetli bir aşk fırtınası kopsun derinden, bir kardanadam yapıp, iki kar topu yuvarlayalım, susup, beyazın sessizliğini dinleyelim. Önünde sonunda hep Neşet Ertaş ömrümüz. Düşsek de, kalksak da, yalan bu dünya. Ne diyeceğimizi şaşırdıysak, haydi beraber oynayalım o zaman, susturalım tüm kötü sesleri, bu oyunun sonunda gülmek vardı eskiden, şimdi de öyle olsun.
Bir, iki, üç tıp!
Ben kahkahayım, ya siz?
Aşk’a uyanın, gerisi kolay…
MERVE ÇALOĞLU
(Yazıların ve görsellerin tüm hakları saklıdır.)