Evde yoktu, şarkısını paspasa bıraktım… Oysa daha anlatacak çok şeyinin olması ve birlikte susmanın en keyiflisi, tövbe düşmanlığı, 3 günlük dünyaya sınırsız vize, ne olsa aşarızcılık, çok geç kalmışlık, çok şey kaçırmışlık ama doğru yere varmışlık, sonsuza uzanmışlık, zamana yakışmışlık, kendini görmüşlük gibi bir histi şarkılar hep. Ümit, şairin zenginliği ya, bol keseden paspas edişler şarkıları. Pişmanlıksa lugatta yer almıyor, neyse o! O mu? O hep bambaşka, yazdığım şarkı kadar uzun boylu olmasını dileyerek, salıyoruz sonsuza notaları. Ya tutarsacılık biraz da. Tuttuğu zamanlara sayıyoruz en kötü…
Elton John bile hayatının önceliğinin çocukları ve kocası olduğunu anlamış, benden adam olmayacak galiba. Sömestr tatilinde kocamla ve çocuklarımla cinnet geçirirmişim gibime geliyor, olmuyor bana bir o yahu! (Çok büyük konuştum, seneye evlenirsem like’a boğun bunu, rezil edin) Ama bir şey var, kendim hep kaçınmış olmama rağmen, çok güzel evlendiririm, elimi değdirdiğim evlenir, en serserisini adam eder, yollarım, yuvasını kurar. Sonra boşanıp, arar, açmam. Evlenip arayan da oldu, hem de ertesi gün. Açmadım, keşke açsaydım, ne diyecekti hâlâ meraktayım. Yok aslında hiç merak etmiyorum, ne diyeceğini de biliyorum. O da ne dediğini bilmeyerek konuşacaktı.
Bazı ruhlar zor kopuyor, kolay değil öyle yaşanmışlıkları bir imzayla söküp atmak tabii. Öylesine evlenenlerin makus talihi bu oluyor. Hani şu güçlü kadın masalı var ya, lafta tüm erkeklerin hayranlık duyup, hayallerini süslediği ama taşımaya gelince, korkup kaçtığı, işte o hesap. Kendini, onca beğendiği şeye layık görememe sendromu, kompleks, kişilik bozukluğu, zayıflık, eziklik, artık adını kendinize göre koyun. İnsanın gerçekten istediği işi yapmaması gibi, illa bir zaman sonra patlak veriyor. 20 yıldır çalıştığı iş yerini bir günde terk edip, sahil kasabasında işletmeciliğe soyunanlar misali. Ya da diplomayı yakıp, yeniden gitar çalmaya başlayan heyecanlılar… Güçlü kadın sendromu da, zayıf, korkup kaçmış ve konfor alanına uyan evlilikler ya da lişkiler kurmuş, adını da “eşim iyi kız, seviyorum onu” koymuş erkeklerimizi, illa bir gün vuruyor. Öyle bir vuruyor ki, bir anda beyinlerine vuruyor. O aramalar, 10 sene önceki sevgilileri heryerden stalklamalar falan hep bundan. Ne diyeyim şimdi? Olana çare, yine insanın kendinde. Aşk bir seçim değil, biçimdir. Seçim yaptım diyerek yıllarını çürütenlere, biçimlerine uygun olanı seçme cesareti diliyorum.
Şarkılı Paspas
Gelin, yalanlara teslim bir hayat yaşamayalım. Kötüye çabuk inanır insan, iyiyi sorgular da sorgular. Neye layıksan ona dönüşüyorsun halbuki. İyiye mi, kötüye mi layıksın, onu da sen seçeceksin. Ben, bu ölümlü dünyada, yalan söyleyebilenleri dinlerken, kumlu bir ekrana bakıyor gibiyim, tozunu almak istiyorum her kelimenin ama durup, dinliyorum öylece… Nasılsa herkesin kumunu bir gün rüzgar üfler, yağmur yıkar ve sonra güneş açar yeniden ve bir ağaç gölgesi bulup, altında sohbet ederiz o vakit, en gerçeğinden… Siz hep güzele, gerçeğe, kendi düşlerinize alışmaya bakın. İnsanın herşeye alışıyor olması, onu ya bencil ya da fazla empatik kılıyor. İyi ve kötü de, buradan çıkıyor bence. Ve kötüler hep daha zayıflar. Ya da zayıflıklarından kötü olmayı seçmişler. Sonuç olarak insan aslında hep aciz, hiçbir şeyi tam çözemeden ölüyoruz. Daha da çok sarılalım, dengemizi bulalım!
Neyse, bu arada savaş var, aşık falan olmayın, ayıp. Sanatçı dostlarım, hele siz, şarkınızı, klibinizi, işlerinizi de paylaşmayın. Evde parkeleri yiyin, kan kusun ama duyarlı tweetler atın. Çünkü duyarlı olmak, sosyal medyadan ölçülür. Normal hayatta yaptıklarınız mühim değil, o like’lanamaz. Müzik de sussun, ne o öyle! Pis artistler, hayat hep size mi güzel! Bakın, ben sessiz, sedasız paspasına bırakıyorum şarkılarımı. Kimbilir ne zaman dinler? Olsun, yazdım ya, gerisi hikaye… İzdivacıma talihsizler utansın, en güzelini ona yazdım!
Ben masalım, ya sen?
Aşk’a uyanın, gerisi kolay…
MERVE ÇALOĞLU
(Yazıların ve görsellerin tüm hakları saklıdır.)