İhanet ne acı şey, tatmadan ölen var mı? Tattırmadan ölen de yoktur. Hepimiz birilerinin ihanetçisiyiz şu hayatta, en dürüstümüz bile kendine ihanet ediyor gün geliyor… Sonra duruluyoruz, aklımız başımıza geliyor, ya kalbimiz? Kalbimle attığım adımlar beni hiç yanıltmadı, o adımlar, arkamdan dönen dolapları, ihanetin kraliyet ailesini bile oturduğum yerde önüme seriverdi. Acı da olsa, gerçek beni buldu hep. Kalbime değmeyendense korkmuşumdur, içimde yerini bulamaz ne yapsa. Yaşamadığın yerden bile falso verir…
Hata nedir? Akla yatmayan mı, kalbe değmeyen mi? İhanet, ne zaman ihanet sayılıyor, sınırlarını bile kendimiz çizer olmuşuz ya artık, şaşkınlıkla ama susarak izliyorum, ona bile kurallar koyup, yine sadece ve sadece kendimizi kandırabiliyoruz. Ben cevap vereyim öyleyse, ihanetin her türlüsü ihanettir, kim neyi, ne kadar kaldırır, o başka şey… İhanetlerimize kulp bulmayalım, insanoğlu olarak birbirimize ihanet etmekle ya da sadakatimizle sınanmaktayız bu hayatta. Çünkü o göğsümüzün orta yerinden ummadığımız anda alevler içinde çıkıveren küçücük egolarımızın esiri olmaya kodlanmış şekilde doğuyoruz. Ruhumuza sahip çıkamayıp, suçu hormonlara yıkıp, beraat istiyoruz, yani aslında bir nevî anlayış dilenciliği yapıyoruz, sonra alkışlarla yaşıyoruz. Aferin bize, ne kadar da geliştik ilk insandan bu yana!
(Şuraya bir iç ses bırakayım: “Anlayın beni anlayın, herkes bir tek beni anlasın, sebepsiz yere saçmalamıyorum a dostlar, ruhumda bir daraltı var, hormon dalına kalkacağım az sonra”… ) Burada da dil çıkaran gevşek emoji hayal edin, yakışır.
Bu çağda, bunca gelişime, birikime, tarihe tanıklığa, bize kalan duygusal mirasa rağmen, yeniliyoruz işte kendi kendimize. Gelişmiş bir yenilgi de şöyle oluyor; Aklımızı, kalbimizi delmiyor, biz ona değil, şeytan bize uyuyor artık. Evrimini tamamlayamamış sadakatsizler çetesiyiz ama sorsan herkes pek mutlu, pek huzurlu, İnstagramlık tek eşli, gerçeğinde pek eşli. Eleştirmiyorum, kimseyi kınamıyorum da, olanı olduğu gibi yazıyorum, 10. köyde tek başıma yürümek de bendeki sosyal bilince ihanet olsun.
KALBİN YERİNİ UNUTMASIN
Biliyorum, hemen sadece kadın/erkek diye ele aldığımı sandınız mevzuyu. Haklısınız tabii, en reyting yapanı odur her çağda. Ancak ihanet, sokakta gördüğün dilenciye, aç bir kediye, yaşlı bir sokak köpeğine, okulda “gıcık” deyip, üzerine hiç empati kuramadığın öğretmenine duyduğun ya da duyamadığın hissiyatınla bile başlıyor. Ya da herkes haksız, değil mi? Bir sen haklısın kurduğun dünyanda, kimse seni yeterince anlamıyor, yeterince sevmiyor, yeterince beklemiyor, güvenmiyor… Hatta sen yolunda doğruca yürürken, paçandan çekiştirmeye çalıştılar ve senin hiç suçun yoktu o yola sapmadan önce ve hatta geri bile döndün belki, AKLIN BAŞINA GELDİ! Neresinden dönersen kârdaydın, yine de milletin ağzına laf verdin. Vermeseydin. Sana ihanet mi ettiler? Ettirmeseydin. Yapmasaydın, etmeseydin, kimseyi sevmeseydin, inanmasaydın… Hep mi sen suçlusun? Kendine ihanettesin işte o zaman da…
İhanet bu, çeşit çeşit, her yeni gün, yeni bir tuzak seni bekliyor, aşmak da senin elinde, içine düşmek de.
Yaşam mı bu? Bu mu masalın? Evet bu! Ne yaşadıysan, neyi seçip, neden vazgeçtiysen, o senin kimseye hesap vermeyeceğin muhteşem masalın. Sen her şartta kendine dürüst ol yeter. İhanet de edecekler, hiç ummadığın yerden kıracaklar da kalbini, ummadıkların dost olup, dar günde elini tutarak uyuyacaklar seninle… Yine de küsme kimseye, onların bilmediğini, bilip de unuttuklarını sen bil ve hatırlat.
Hayat bir bardak su, ister yudum yudum, ister kana kana iç, istersen de kirlet, zehir et kendine, seçim senin. İşte ihanetin en büyüğü o suyu kirletmektir. Haklılığın dostluğundan, sevdandan, vefandan daha kıymetliyse kirleniyor o su. Ne yaşarsan yaşa, aklın başına gelmese de olur. Yeter ki; KALBİN YERİNİ UNUTMASIN…
Aşk’a uyanın, gerisi kolay…
MERVE ÇALOĞLU
(Yazıların ve görsellerin tüm hakları saklıdır.)