Özgürce Savaşkalım mı?

İlk bakışı, son kaçışı, gizlisi, kalbe gömüleni, doya doya yaşananı, sonsuzu, ölümsüzü, kara kaşı, mavi gözü, kısası, bir ömürlüğü…

Her nasıl olursa olsun, eğer saf ve gerçekse unutumuyor ilk aşk. İlk kendini buluş, ilk özgürlük kırıntısı, kalbin de hafızanın da en güzel yerinde depolanıp, kalıyor bir şekilde. Kalbe aynı ritmi pompalamıyorsa da, hatırası yetiyor, iki notada, bir kokuda, bir gün batımında gülümsemek için…

Yaş aldıkça, bakış açın ve yaklaşımın değişiyor sadece, aşk yine tüm olgunluğuyla şahsiyetini koruyor, değişen bizleriz bence. İki kişilik bir oyunla başlıyor her şey. Onlarca çocuk, birarada saklambaç oynarken, sanki dünya iki kişiliktir, laf olsun diye ‘’saat kaç ‘’ diye sorarken, zaman çoktan durmuştur ve cevabın hiçbir önemi yoktur artık.

Bugün, daha ömrünün ilk çiçeklerini açan 12 yaşında bir genç kızla da aynı şeyi konuşurken buldum kendimi. Henüz duygularını kendine saklayıp, aşkını tek taraflı yaşıyor olmasına rağmen, ‘’aslında diğer çocuk ondan bin kat daha yakışıklı ama yine de kalbim onda’’ deyiverdi. Kaş-göz değil de, kendini başkasında bulma işi ya şu sevda sanatı, daha yeni yeni keşfediyor prenses, dilerim bir ömür aşkla ve korkmadan yol alır…
Değişen bir şey yok işte, kadın, doğası gereği, daha çocukluktan sadık, biraz çekingen ama kendi hikayesini içine gömerek de olsa, cesurca yaşayacak güçte. Erkekse, olmuyorsa bisikletine atlayıp, yan sokakta takılıyor. Ulaşamadığını oyundan atıp, kalp kırıklığını küserek, hiç de sallamıyormuş gibi davranarak, örtbas ediveriyor. Hatta, yıllardır içinde tuttuğu aşkı bir gün onun olunca, ne yapacağını şaşırıp, tıpkı bir ressamın ömrünce tamamlamaya çalıştığı resmini bitirdiği gün, tuvalin üstüne, panikle bir kutu boya atması gibi, her şeyi efsane şekilde berbat edebilenine bile rastladım. Bu tanımlama da kendisine aittir, ilk aşkım olur, bugün doğumgünü, bendeki sonsuzluğu gibi, gerçek olsun ömrü…
Duyarsız mı bu erkekler? Değiller elbet, daha da kırılganlar aslında, sadece gösterme şekilleri, kızların çocukken anlayamayıp, gözyaşlarına boğulabilecekleri formatta fütursuzca… ”Erkek ağlamaz, erkek güçlü, erkek adam öyle yapmaz, şöyle konuşmaz’’lar, daha çocukluktan, biz yetişkinler tarafından empoze edildiği için, aşık olmaktan utanmamayı, anca 50’li yaşlardan sonra keşfeden, evli erkeklerle dolduk taştık bile! Allah bin yastıkta kocatamadı…

20’LİK YAŞ DİŞİ GİBİDİR AŞK!
Her şeyi bastırma kabiliyetimiz dolayısıyla, aldatma potansiyeli olarak, ülkece başı çektiğimizi düşünmekteyim. Daha çocukluktan duygularımızı bastırmayı öğreniyoruz, ”kızlı erkekli’’ diye, sanki illegal bir durummuşcasına bir tanımlamamız bile var artık. Benim çocukluğumda ve halen dahi, kızdan çok erkek arkadaşım oldu. Aşık olunca etraftan değil, karşı tarafı kaybetmekten korkardık. Şimdi sokaktaki çocuk gruplarına bakınca, kızlar ayrı, erkekler ayrı oynuyorlar, ipad ve akıllı telefonlardan aşka vakit yok. Zaten ayıp, kızlı-erkekli sokakta oynanmaz, gizli saklı minübüste taciz, tecavüz daha moda! Neyse, ”bastırılmış seks ve zararları” konusunu başka zaman işlerim, konumuz aşktan sapmasın şimdilik.

Ülkemizde belli bir yaşa gelen, illa evlenip, çocuk yapmalı, ”aşk var mı?” diye soranınıysa, hiç duymadım. Herkes evlilik soruyor, ısrarla mutlu edemiyorum soranları, çünkü inancım, önce hep aşktan yana! ”Sende var da ne oluyor?” güzel bir cevap olabilir ama kırılmasınlar diye sormuyorum tabii 🙂 Olan ortada, aşksızlıktan can çekişen bünyeler, ”o çocuklarımın anası, saygım sonsuz ama ben aşk istiyorum’’ diye kıvranmaktalar. Zamanında yaşanamayanlarsa, illa patlak veriyor. Aşk bu, 20’lik yaş dişi gibidir, mutlaka ortaya çıkar, istersen 90 yaşına gel, yaşamadan ölmezsin. Zamanında yaşanılması gereken duyguları bastırmamak mühim mevzu yani, ”düzenim olsun, iki de çocuk yapayım, evde kalmış olmayayım, yemek yapanım olsun, temiz çamaşır da güzel şey, iş toplantılarına sap gibi gitmektense, evlenirim daha iyi’’ diye düşünüyorsanız, buyurun, karşınıza ilk çıkanla evlenin. Sonra bana gelip ‘’sakın evlenme, evlilik çok zor, aşk istiyorum, evlenince olay bitiyor, evde yabancı biri var neticede, kaçmak istiyorum’’ başlıklı martavallarınızı anlatmayın, rica edeceğim. Adam gibi aşık olun, evlilik aşkınızı öldürürse bile, en azından hatırasına dolma sararsınız, koymaz çamaşır yıkamalar o zaman kadına, erkek de boşanamadığı karısı ve nereye sıkıştıracağını bilemediği sevgilileri arasında kalp damarlarını tıkamaktan kurtulur. Daha kaç stent takılır ki bir kalp için? Yapmayın, rica edeceğim, mal varlığınız kalbinizden değerli değil, seçim yapmayı öğrenelim artık. Özgür olamadığın yerde, aşk hep dikenli, yaprağına dokunmak için ömür çürütmekse bizim seçimimizdir.

Sevgileri yarınlara bırakmayın, gizli bahçelerinizde açan çiçekler varsa, vermeye az bulmayın, ömür geçiyor, vakit o kadar da uzun değil. Behçet baba bile bıkardı bizden yaşasaydı. Eski şiirleri, şarkıları dinleyip vahvahlanmaktan bıkmadık mı artık? Ne ve nasıl yaşamak istiyorsak öyle yaşıyoruz, seçimlerimiz kimsenin suçu değil. Bilinçaltımıza kodlanmış benliklerimizin ne kadarı biziz? Size yeni ev ödevi; Kimle, nasıl ve nerede yaşayacağımızdan, kimi, nasıl ve ne kadar seveceğimize kadar verdiğimiz kararların altında, hangi ”etraf ne der’’ kaygımız yatıyor, bir gözatalım…

Hani çocukken nedeni yoktu ya aşkımızın; kimselere sormadan, bir bakışına dünyaları sığdırdığımız zamansızlığımızı nerede bıraktıysak, bizi orada bekliyor. Aşk değil, sen değiştin ey okur, halinden memnunsan yola devam, varsa bir bit yeniği açmazlarından sızan, dönüştüğün şey başkasının filminin yan rolü yapıyordur seni. Bence oynama, bu tarafa gel, yeniden sokakta onlarca çocuk toplaşıp saklambaç oynayalım, bak dünya yine iki kişilik olacak ve zaman hiç beklemediğin yerden sonsuz kılacak seni… Sorumluluk diye tutunduğun bahaneler, seni, kendine olan sorumluluğundan alıkoyuyor olmasın?

Bu hafta bir çırpıda cevaplanacak sorular sormadığımın farkındayım, tüm taşları yerinden oynatıp, düzen bozduracak da olsa, kendini bulmak için her şeyi göze alan parmak kaldırsın. En son ne zaman özgürleşerek ve özgürleştirerek sevdiniz? Zor mu? Öyle olsun, uçabilene koymaz.

Dosyayı kapatmadan, özgürlüğü de hakkıyla tanımlayalım; Sorumluluğun bilincinde olmaktır özgürlük, yoksa anca instagram postu kadar özgürsünüz, like’larıniz bol olsun, sizi keserse ne âlâ. Söylemesi benden, tatmini sizden.

Savaşmayın hayatlarınızla ama bir savaş zorunluluğuz olsa, özgür, bağımsız ama kalpten bağlı bir aşktan yana kuşanın topu tüfeği. Toz kondurmayın aşkınıza. Çünkü öyle özgür ama kalpten bağlı aşklar var. Hep oldu. Hep olacak.
Herkesin esareti de, teslimiyeti de kendinden doğar. Gökten üç elma düşer ve o masal hep devam eder, yaşayabilene sonsuz olur, yaşayamayanaysa tekerrür dolu bir müebbettir bu dünya. Af çıkarsa bahtına…

Aşk’a uyanın, gerisi kolay…

MERVE ÇALOĞLU

[email protected]

[email protected]

(Yazıların ve görsellerin tüm hakları saklıdır.)