Karşımda Dolunay’a bir kala heybetli bir ay, denize vuran ışığı, şehirden ve gürültüsünden uzak toprak yol, sağımda dağlar, solumda deniz, burnumda nefis doğa kokusu, yanımda eski bir dost, kalbimde herzamanki gibi binbir telaş, yürüyorum…
Ayın muazzam enerjisinden ikimiz de etkilendiğimiz için konumuz, gezegenlerin insanlara olan etkileri, mucize sandıklarımızın ‘’gerçeğimiz” oluşu… İnsanlar, genelde dolunaydan korkarlar, şehir efsanesi kurt adam tribinden midir, yoğun enerjisinin agresif yaptığından mıdır bilemiyorum ama ben tam tersine yüksek enerjiyi pek severim. Önemli günlerim, konserlerim de hep dolunaya denk gelir, kafam gözüm yarılmadı hiç, çok şükür…
Bu hafta, sosyal medyada yine dolunay üzerine yazılar patlama yaptı, kimi astrolog zorlayıcı olduğundan, kimisi daha alacağımız dersler olduğundan, kimisi mendillerimizi yanınızdan ayırmamamız gerektiğinden, kimisiyse bu dolunayın bereketinden bahsediyor. Astroloji, sevdiğim ve yol haritası olarak algıladığım bir bilim dalı. Tüm hayatını ona göre düzenlemeyi manasız bulmakla beraber, hissettiğim ve yaşadığım olayların, gezegen hareketlerinin bizler üzerindeki etkileriyle örtüşmesini defalarca gözlemlemişimdir. Bunu göz önüne alarak, astrolojik yorumları okuyup ‘’eyvah çok felaket bir dönem geliyor’’ diyerek, kendi kendimizi korkutmak yerine, neyi neden yaşadığına dair bir ayna olarak kullanmayı başarırsak, hepimiz için faydalı bir el olabiliyor kendileri. Örneğin, şimdi değişim zamanıymış, her sonbaharda olduğu gibi bir silkinip, kendimize gelmek zamanıdır bence de…
Değişim, korkutucu gibi görünse de, bize faydası olmayan alışkanlıklarımızın, zamanla bizi görünmez iplerle kendine bağlayan canavarlara dönüştüğünü farketmek, kendimiz için ulaşacağımız en güzel farkındalıktır. Direttiğimiz, illa da olsun istediğimiz ve başka seçenekleri görmemizi engelleyen arzularımızdan, kaç kez denersek deneyelim ne uzayan ne kısalan ilişkilerimizden, ”belki bu kez doğru anlar ve bizi olduğumuz gibi görür’’ sandığımız, kendi yalanına kendi inanan, çıkar yol bulamayınca iletişimden kaçan, içimizde gereksiz düğümler atan, kırgınlıklar yaratan, tek beklentimiz mutlulukken bizi mutsuz eden, sözünde durmayan, tuttuğu elin hakkını veremeyen hertürlü kişiden vazgeçme zamanı geldi. Bu, astrolojiye göre değil, bence yaşadığımız yüzyıla göre geldi. Bu kadar gelişmiş teknoloji ve iletişim çağında olup, halen inatla anlaşamadığımız herkes, bence artık bir saniye bile hayatlarımızı işgal etmemeli. Zamanımız, aldığımız nefes, karşımızda duran kocaman dolunaya huzurla bakacak kalp gözümüz ve akıl sağlığımız bize lazım.
Şahsen, insanların ağzından çıkan her lafa, sorgulamadan, olduğu gibi inanmak gibi bir gafletim vardır. ”Zaten bir eksiklik, beyazı da karası da olsa bir yalan varsa, hayat karşıma çıkartır” derim. Çıkartıyor da… Karşınızdaki insanın, size neden yalan söylediğini bile anlayışla karşılayacağınız empatiye erdiğiniz vakit, sanırım kendiniz için pek de iyi bir şey yapmıyorsunuz. Bazen birilerine anlayış göstermeyip, onlardan ve hep aynı yolu deneyip bir yere vardıramadığımız hertürlü eylemimizden vazgeçmek, bizi durduran, boş yere zihnimizi yoran ve yavaşlatan enerjilerden kurtulmamızı sağlar. Hislerinize güvenin, herzaman söylüyorum, aslında başından biliyoruz herşeyi. Direttiğimiz noktalar, o görünmez bağımlılıklarımız işte. ”Ya olursa, ya tutarsa, aslında iyi biri, bu kez oldu bu iş’’ kafaları… Bırakın öylece kalsın, vedalaşın içinizi sıkan, size yük olan hertürlü duygudan, eylemden, kişiden ve hatta ortamdan. Vazgeçmek, pesetmek değildir, bilakis yeni başlangıçlar için atılan en cesur adımdır. Bir kişiden vazgeçmek, aşktan, sevmekten vazgeçmek değildir. İletişimin, vicdanın, merhametin, bağımlılığın değil ama bağlılığın, her şartta doğruluğun olmadığı yerde, aşk zaten kan ağlar. Asıl öyle bir ilişki için ısrar ederek öldürürsünüz içinizdeki aşkı da aşka olan inancınızı da.
Kendimce bu Dolunay’a yakışacağını düşündüğüm sonbahar reçetemse, anladığınız üzere bu kez vazgeçmek üzerine. Şöyle ki…
*İçinizdeki sevgiyi göremeyen ve sahiplenemeyenlerden vazgeçin.
*Bu benim yöntemim dediğiniz ama hep hayalkırıklığına uğradığınız yöntemlerinizden vazgeçin.
*Somurtmaktan vazgeçin.
*Hergün yürüdüğünüz yoldan, arada sırada da olsa vazgeçin, başka sokaklara girin.
*Hiç giymediğiniz ama bin senedir dolapta duran eşyalarınızdan vazgeçin.
*Kıskançlıktan, gereksiz egodan, sıkışınca yalan söylemekten, sırf onu seviyorsunuz diye yalanına kanmaktan vazgeçin.
*Korkularınızdan vazgeçin.
*Zihninizi meşgul eden gereksiz dedikodudan vazgeçin.
*Hoşlanmadığınız ortamlara, ayıp olmasın diye gitmekten vazgeçin.
*Hayır diyememekten vazgeçin.
*Evet diyememekten vazgeçin.
*Canınızın istediğini giyememekten vazgeçin.
*Canınızın istediğini yiyememekten vazgeçin.
*Fazla kilolarınızdan vazgeçin ama kilo takıntınızdan da vazgeçin.
*Boş yere ağlamaktan vazgeçin. Ağlamayıp içinize attıklarınızdan da vazgeçin. Dengenizi korumak hayatınızın en vazgeçilmez hobisi olsun.
*Gurur yapıp, aramamaktan vazgeçin
*İçinizde tuttuğunuz haksızlıklardan vazgeçin. Haykırın, şimdi onlar düşünsün.
*Aslında sıkılmanıza rağmen, ayıp olmasın diye dert dinlemekten vazgeçin.
*Özgürlüğü sorumsuzlukla, kendini sevmeyi egoistlikle karıştıranlardan, durmadan ve siz sormadan akıl verenlerden, sosyal medya hesaplarınızda ayıp olmasın diye takip ettiğiniz, tanımadığınız ya da aslında sevmediğiniz kişilerden bile VAZGEÇİN!
*Size ‘’vazgeç, olmaz bu iş’’ diyen kişilerden vazgeçin.
Sadece ve sadece kendinizden, hayata ve akışa inanmaktan, kendi üzerinizde durmadan çalışmaktan, evrilmekten, değişimi kucaklayıp yeni kapılar açmaktan vazgeçmeyin derim. Bir de üzüldüğünüzde ve sevindiğinizde yanınızda kimler varsa, onlar vazgeçilmeziniz olsunlar. O güçle, hangi Dolunay yıkabilir ki sizi? En engebeli yolda bile yanınızda sizinle çarpan bir kalp varsa, ne Ay ne Mars ne Satürn koymaz aşk’a… Tüm telaşlarınız yolunu bulur, yeter ki ruhunuzda esarete yol açan hertürlü kafadan vazgeçin. Dolunay’dan parlak olsun kalbiniz, asıl mucize sizsiniz…
Aşk’a uyanın, gerisi kolay…
MERVE ÇALOĞLU
(Yazıların ve görsellerin tüm hakları saklıdır.)