Ey Ruh Geldiysen Düşle

Birini sahip olduğu tüm özellikleriyle, zevkleriyle, yetenekleriyle, defolarıyla, fazlalıklarıyla, eksiklikleriyle, mükemmel sandıklarıyla, boş saydıklarıyla sevmek… Kulağa kolay gibi gelen, ancak en yapmadığımız şey. Onu, hep bize yansıyan gölgesinden severiz, bizde yarattığı duygudan, kafamızda oturttuğumuz tahtından, hayalimize yakıştırdığımız algısından sevmek, daha kolayımıza gider ama farkında bile değiliz belki de.
Düşüne kapılan, gerçeği kaçırıyor çoğu kez. Oysa gerçek, senin düşüne yakınsa, yaklaşırsın özüne hayatın ve yakışırsın sevgiye…

Birini sevmenin bahanesi olmamalı, sunduğumuz sebeplerse, yine kendimizle alakalı. Evet, insan kendini başkasında arıyor, bulduğunu sandığında da açıyor çiçeklerini, kök salmaya yelteniyor. Ancak karşımızdakini, bizim eksik yanlarımıza yama yapmaya kalkışmanın, sevgiyle falan bir alakası yok. Seni dünyevi anlamda tamamlamayan birini de sevebiliyorsan, uyanacaksın bu ruhların birbiriyle bağlantısı olduğuna. Bitmeyen bir enerjinin parçalarıysak eğer, ete kemiğe bürünmüş ve sosyal bireyler olarak yaptığımız şeylerin ötesinde bağlarımız olduğunu bilmemiz lazım. Modern çağdaki ilişki kriterlerine bakacak olursak, bunlara uyum sağlayan herkesin, mutluluktan havaya uçması gerekiyordu. Zengin koca arayıp da bulanların, evinin kadınını bir köşede çocuk baksın diye tutanların, kaşı, gözü, boyu, karın kası, dolgun hatları, arabası, yatı, katı, soyu, sopuna kafayı takanların ve hatta her ne arıyorduysa, o aradığını bulanların bile hepsi, hala bir cevap arıyor. Neden buradayız ve ne yapıyoruz?

En önemli mevzumuz bu noktada, kendini gerçekleştirmek ama nasıl? Sadece aradığı işe sahip olmak değildir bu. İş sadece hayatının sadece bir parçası olmalı. Sevdiğin işi yapıyorken bile, o iş eğer seni esir almışsa, yaşam kaliteni düşürüyor, kendine ve sevdiklerine ayıracağın vakitlerden çalıyor, sabah mutsuz uyanmanı sağlıyorsa, kendini gerçekleştirmiyor, harcıyorsun demektir. Rahat ve huzurlu yaşamanın formülünü, kapitalist sistem içerisinde arayınca, koca saraylarda tek başına gezinen doyumsuzlar olmaya da devam edeceğiz. O bulduğun zengin koca da, damızlık niyetine aldığın karın da, iş hayatındaki başarın da yetmeyecek. Çünkü asıl kurman gereken bağı, yanlış kişilerle ve hayatlarla kurup, ipin ucunu yanlış limanlara bağlayan sensin. Tekbaşına kalmamak için, sevgisiz yalnızlıkları tercih eden de sensin. Oysa, sevmek için kendini kandırdığın kriterler öldü. Kriter şampiyonu sevgisizler kulübüne hoşgeldin.

KIRMIZI TOKALI KIZ
Kim mi bu kriter şampiyonu sevgisizler? Avm’lerde, lüks lokantalarda, seçkin kulüplerde hatta sokaklarda sıkça gördüğümüz, aynı tornadan çıkmış suratlara, aynı marka çantalara, arabalara, aynı saç rengine, etrafa yayılan aynı kötü enerjiye, ihanetin aynı kokusuna ve her yerinden mutsuzluk akan aynı auraya sahip insanlar seriisi. İki kadehten sonra anlatmaya başlıyorlar; evliliğin ne gereksiz bir şey olduğundan, aşkın sonsuz olmadığından, bekarlığın sultanlığından, ihanetin o kadar da kötü bir şey olmadığından hatta nereden isterseniz oradan yakabiliyorlar. Yıllardır aradığı kriterlere uyan kişiyi bulmuş ama aslında gereksiz yere, yanlış şeyi arayıp bulduğunu kendine bile itiraf edemeyenler silsilesi… Kendi seçimlerinin tatminsizliğinden, suçlanacak ilk şey, tabii ki aşk. Aşk zaten yalan, bitiyor, onunki bitti ya, seninkine inanmıyor. ”Aynı çatı altına gir bak, ne aşk kalır ne meşk’’çiler kumpanyası genel sanat yönetmeni mübarekler. Yahu sen zaten aşk aramamışsın ki, hayatını belirlediğin kriterler doğrultusunda kurtarmaya bakmışsın, taş gibi hatun alıp, soyunu devam ettirip, egonu tatmin etmek istemişsin, kadın versiyonun da zengin koca bulayım da keyfime bakayım demiş. Burada sevgiden, aşktan söz eden zaten yokmuş, ben söyleyeyim; rahata erince, batma yapmış güzel kardeşlerim. Batar tabii, ruh bu, öyle gereksiz ortamlarda bulununca, alarm verir!

Oysa hatırlıyor musun, çocukken bir kızı sevmiştin, sizin okulun bahçesinde ya da mahallede hiç sebep yokken, deli gibi eğleniyordunuz, saçındaki kırmızı tokaya kadar sebepsizce sevebiliyordun. Sen de küçük kız, anlamsızca gözünün içine bakamıyordun heyecandan, o saklambaç oynadığınız kalabalık tayfanın içindeki birinin. Biriydi o senin için, nedensizce biriydi. Hepiniz yaşadınız bunları, daha yüz yıl olmadı, hatırlatayım dedim, ne ailesini bilirdiniz, ne bir işi vardı, ne de sizin anlamsız kriterleriniz. Sadece görünmez ama eşsiz bağlarınızı takip edebiliyordunuz. Gereksiz saplantılarınız, bahaneleriniz, bağımlılıklarınız yoktu, bağlılıklarınızsa kalptendi. Dürüst, cesur, hürdünüz. Aşk esaret dinlemiyor, özgürce kanat çırpıyordu. Ey güzel okur, kaçan da, biten de aşk değil, kendinizsiniz.

Kendini gerçekleştirmek demeyeceğim artık buna, özünü gerçekleştirmek ya da ruhunu gerçekleştirmek demek lazım, bence… Ruhun tek kriteri uyumdur ama bizim yaptığımız gibi kendimizi birşeylere, birilerine uydurmaya çalışarak değil. Bir bırakırsak, o, uyacağı limanı da kendisi seçecek. Yine o kızı, uyduruk kırmızı fiyonklu tokasından, o çocuğu da bir güzel bakışından tanıyacak. Ruhumuza bıraksak, birini tüm özellikleriyle, zevkleriyle, yetenekleriyle, defolarıyla, fazlalıklarıyla, eksiklikleriyle, mükemmel sandıklarıyla, boş saydıklarıyla seviverecek. Kendine yama olanı değil de, uyumlu olanı seçecek.

Ey ruh, düşlerini değiştirme vaktin geldi belki de!
Kriter dediğin ömrünü yemeden, korkma artık ve doğru düşü kur. Çünkü sen, sadece gerçeğini seveceksin bu hayatın…
Bahanesiz sevmeler, doğru limanlar dilerim.
Ben martıyım, kanatlandım sonsuza… Ya siz?

Aşk’a uyanın, gerisi kolay…

MERVE ÇALOĞLU

[email protected]

[email protected]

(Yazıların ve görsellerin tüm hakları saklıdır.)