Dağ Nerede İnek İçti

Yarışma, sadece yaşa… Bildiğin gibi, yaşamaktan anladığın gibi, seni ne, nasıl mutlu ediyorsa öyle. Yarışacak kimse yok. Hepsi birer aldatmaca ve geçici kurgu. Yarışma. Yorulursun ve değmez. Bir bakarsın, her yer bitiş çizgisi. Tebrikler o zaman şampiyon. Ne mutlu kendine varana!

Her şeyi yok etme ve tüketme üzerine kurulu olan bu sistemde, çok biliyorum sanan iş bilmezlerin burun kıvırdıkları ama sizin severek ve inanarak yapmış olduğunuz ne varsa sahip çıkın, arkasında durun, ederini de, değerini de siz bilin önce ve sonuna kadar…

Neyin olup olmadığını sadece zaman gösterir. Bugün olmadı sandığınız şey, yarın size bambaşka bir dünyanın kapılarını açabilir. Pes etmez, üzerine ekler, yenilenir ve hep çalışmaya devam ederseniz. Ürettiğiniz sürece ortada bir şey vardır ve zaman, üretenin hep lehine işler.

Daha iyisini üreteceksiniz. “Olmaz o iş” diyen tüm şeytanları hayatınızdan çıkartın önce. Sonra maddeyle olan düğüm olmuş bağınızı da farkedin. 

Dolaplarınız giymediğiniz, kullanmadığınız eşyalarla dolu ama içinizde koca bir boşlukla sokaklarda geziyorsunuz. Neye ihtiyacınız var gerçekten? Etrafınız güvenmediğiniz, yanında kendiniz olamadığınız, iyi hissetmediğiniz ama yalnızlığı çaresizlik sandığınız için etrafınızdan def edemediğiniz insanlarla da dolu. Size yeni akım sadeleşme adı altındaki “dost kaybetme” ya da zevksiz, renksiz, vizyonsuz yaşam tercihlerinden bahsetmiyorum. Sadeleşmek; ucuzlaşmak, paçozlaşmak demek degildir. Sadeleşmek, önüne gelenden nefret etmek, kimseyi dinlememek, önüne geleni hayatından çıkartmak da değil. Seçici olmayı öğrenmek, aldığın kadar verdiğin, verdiğini bulduğun dostlarını farkettiğin ve daha sıkı sarıldığın bir hayattır, ondan bahsediyorum. Çöpe atmayıp, işine yarayacak olanla paylaşmak eşyaya can, cana da anlam katar. Herkes de o kadar kötü değil, şeytanı kendi zihninden çıkart önce, bak ne nazar kalıyor, ne düşman. 

Bir de paylaşmak, çoğalmak hep aynı dertten tanışmak değil. Farklı şeyler konuşabildiğin insanları tut hayatında. Hep mutsuzluğuna yandaş arama, her mutsuza da yandaş olma. Unutma, kelimeler büyülü, ne dersen o oluyor bu hayatta. İlla mutsuz mu olmanız mı lazım, muhabbet edebilmek için? Amma seviyorsunuz dert dinlemeyi, dert anlatmayı. “İyiyim” diyorsun, “iyisin değil mi gerçekten, yok bi’ sorun?” geliyor ikinci soru olarak… Kimsenin iyiliğe inancı kalmamış sanırım ya da soracak daha iyi bir soruları yok.

Dert bitmez arkadaşlar, herkeste var, sıkılın artık aynı şeyleri konuşmaktan da dinlemekten de. Bekleme yapmayın, dert bekletir, hayal ilerletir. Dertleri dillendirmeyi bırakıp, yeni hayaller kurmaya başlayın, ilerleyeceksiniz, ilerleyemeyen yazsın bana. 

Bırakırsan Yaparsın

Tüm ruh hastalarının “yaşam koçu” olup seminerlere gittiğini görmek de üzüyor. Bırakın bu işleri lütfen. Milleti kandırmayın. Millet, siz de kanmayın. Sahneden inince çantasına bakın, bir torba ilaçla dolaştığını göreceksiniz koçunuzun. Çıkın sahilde yürüyün, kedi falan sevin, yazıktır. Paranızı almaya odaklı modern tarikatlerden başka şey değildir bu işler, bence denetimi, kriteri olmalı, yoksa yasaklanmalı. İnsan psikolojisiyle oynayan çok tehlikeli çalışmalar var, adına da aile dizilimi diyorlar. Herkes kendi gerçeğiyle yüzleşmeye o derece hazır olmadığından temizlendim sanıp, delireni çok. Lütfen çözemediğiniz sorunlarınız için diploması olan psikologlara, psikiyatrlara gidiniz. Üç günlük kurs sertifikalı “koç” lara (sahtekarlara) hayatınızı, psikolojinizi, özelinizi, vaktinizi ve nakitinizi teslim etmeyin.

Sosyal medya… Bahsetmesek olmaz tabii, artık hayatımızın da, mutluluklarımızın da bir parçası. En çok da iletişim sorunlarımızın kökeni olma yolunda emin adımlarla ilerliyor. Eskiden telesekretere not bırakmaya bile çekinirken, şimdi orta yerden sallama şampiyonuyuz. Eskiden, bizi yüze bakamayacak hale getiren kapıları kapattıktan sonra, oturup vicdan azabı çekerken, şimdi mesajla dangalaklığımızı önemsizleştirmeye çalışıyoruz. Çaba mı? Yok canım, giden gitsin , sen şarkılar söyle içinden boşver deyip, unuturuz en kötü. Kırdık mı, döktük mü, bize yakıştı mı, mühim değil. Bir yanlış, bin yılı götürüyor artık. Çünkü yüklerimiz ağır, gören, duyan hep hayatımızda olsun. Yoksa hep kendimizdeyiz. 

Egonuzu dostluklarınızdan önde tutmayın. Ego sizin sırtınızı sıvazlamaz, sağlam dostlarlaysa sırtınız yere gelmez. Bunu unuttunuz, hatırlamak için yanlış zamanı beklemeyin. Sizin doğru zamanınız, başkasının doğru zamanını harcama hakkını size vermiyor. Sonra dağ dağa küsmüş, önce sosyal medyadan silmişe dönüyor aşk, dostluk, yıllanmışlık. Devir, o devir. İşte beynimizi kullanma ve dolayısıyla iletişim yeteneğimizi böyle yitirdik. Makinaya bağlı egolar cumhuriyeti. Yalnız o fişi bir gün çekerler. Demedi demeyin…

Dağ gibi dostlar biriktir, ey okur, zirvesi de, gölgesi de sana yeter. Yarışmamayı da, sadeleşmeyi de ancak gerçek sevgilerle sonsuz kılabilirsin. Vazgeçerek değil, tutunduğun egonu bırakırsan yaparsın. Neyi mi? Ne diyorsan onu…

                                             Aşk’a uyanın, gerisi kolay…

MERVE ÇALOĞLU

[email protected]

[email protected]

(Yazıların ve görsellerin tüm hakları saklıdır.)